Cumartesi, Eylül 16, 2006

benim rock'M coke (geç oldu, güç oldu ama oldu)

"şükür kavuşturana" deyip başlayayım.

cuma gecesinden kampa gittim. yolda yağmur yağmıyordu ama hezarfene yaklaştıkça bulutlar kararıyordu. gelecek parlak değildi evet. otobüs de baya komikti. yanımdaki çocuklardan biri "ya geçen sene ne güzel korn vardı" deyince kahkaha atmamak için zor durdum. ayrıca şoför tem otoyolu çıkışında gişeye "pardon hezarfene nasıl gidilir?" deyince otobüste kahkaha koptu (tarif ettim endişelenmeyin. gittik festivale. valla bak). yolda bir de tuvalet molası verildi ki o en komiğiydi. hezarfene girişte sırada beklerken yağmur çiselemeye başladı. girişe labirent koymaları baya düzenlemiş girişteki kalabalığı. çadır bölgesine gittiğim anda yağmur indirdi. daha çadırı kuramamıştım ve çantam, giydiklerim, uyku tulumum ve çadırın içi sırıl sıklam oldu. bir daha da hiç o kadar yağmur yağmadı zaten. çadırla uğraşırken popcorn'u da göremedim. ama uzaktan dinlediğim kadarıyla pek iyi değildi. ilk gece soğuk ve suluydu. battaniye de getirdiğime şükrettim ve her derde deva havlu da bu sefer kafamı üşütmememe yardımcı oldu. cumartesi sabahı hava bulutlu ve hafif soğuktu. aslında çok ideal bir havaydı.

aydilge'yle festivale başladım. hanımefendiyi ilk kez dinledim. ama sahneye dandadadan basçısıyla çıktığı için tanıdık birisi vardı en azından. aydilge'nin sesi iyiymiş ama özel bir yanını bulamadım. hoşlandığımı söyleyemem. çok sıradan geldi. bir şarkıda 2 dansçıyla atraksiyon sağladı ama nafile.

daha sonra da burn'de dandadadan için en önde yerimi aldım. sunum yapmak için hakan tamar sahneye çıkınca tek başıma alkışlamaya başladım. neyse ki sol taraftan bir kişi daha benle beraber alkışa katıldı. alkışı en çok hak eden adam hakan tamar ama ah bir de farkeden olsa. festival alanında konuştuğum herkese tavsiye ettiğim dandadadan yine çok çok iyiydi. bir takım ses problemleri yaşadılar. muse konseri öncesinde klavyeci burak ve baterist berke'yle kısacık sohbet ettim. geçen seneki gibi bu sene de kendi tabirleriyle "daha afyonları patlamadan" sahneye çıkmaktan hiç memnun değillerdi. ses sorununu da ekleyince berbat bir performanstı dediler ama onlar öyle sansın. arkalarındaki ekranda şarkılarla uyumlu videolar görsellik de getirmişti sahnelerine. "zın zın"ı çalarlarken bir hanım efendinin çatalı gösterme videosu ve "kara araba" şarkısındaki katil araba christine'in kendini toparlama anlarının görüntüleri çok eğlenceliydi. burn'de devam ettim zira ana sahnede hayko cepkin ve yüksek sadakat dinlemek gibi bir man... ıımm neyse dinlemedim işte onları. west end girls'ün pet shop boys şarkılarına oldukça fazla katılım vardı. "go west" bir nevi patlama anıydı. ben de sıkıntıdan patlayabilirdim aslında o anda.

mercury rev dinlemek istediklerimdendi. arkadaşlarla zaman geçirirken çok dikkatli dinleyemedim. seyyar bir dinlemeydi. fakat bir ara o kada coşkuluydular ki daha önce onlar için dediğim "çok bayıklar" lafını geri aldım. aslında tam bu sıralarda kamikazede korku dolu anlar yaşıyordum. yükseklik ve özellikle de yüksekte ters durma korkuma (daha baskınmış meğer) rağmen nasıl ona binmeme ikna ettiler beni hala hayret ediyorum. binmeyi bırakın bakmaya bile dayanamıyordum. neyse. daha sonra mercury rev'e biraz daha yaklaştım ve "çok bayıklar" cümlesini tekrar kurdum.

ardından bomba patladı. gogol bordello. eugene hutz nasıl bir adamdır? yerlerde yuvarlandı, atladı, zıpladı, hopladı, dans etti, gitar çaldı, kafasına bere geçirdi, çöp tenekesi çaldı, sahnedeki kızları öptü ve sesinde en ufak falso vermedi. kemancı bey ve iki hanım da gösteriye büyük görsellik sağladılar. inanılmazdı. sanırım herkes her sene "gogol bordello festivali" düzenlense ya diye düşünüyordu. herkes mutlaka en az 1 kere canlı seyretmeli. olağanüstü.

ve kasabian. güzeldi demek isterdim. pek sevmiyordum ama bu konserden sonra seviyorum demeyi istiyordum. diyebilecek miyim bakalım... hayır. biraz fazla toy göründüler. onları hep kula shaker'a benzettim ama ı-ıh. beğenemedim malesef. ayrıca solistin neredeyse iki lafından birinin "istanbul" olması fazlasıyla iticiydi. her seferinde "heeey istanbul dedi" diye çığlık atan
insanları da anlayamadım.

muse için gayet istekliydim. zaten festivalden önce "bu gruplardan sadece birini izleyeceksin.seç birini" deseler muse'u seçerdim (placebo'yu daha önce izlemiştim ve gogol bordello'nun bu kadar müthiş olacağını tahmin etmiyordum.) matthew bellamy de eugene hutz gibi sahneye tam hakim frontmandi. 2005 brit awards en iyi sahne performansı ödüllerini ne kadar hak ettiklerini gösterdiler. bütün festival boyunca da özel sahne dekorasyonuna sahip olan sadece
onlardı. elektro gitar seviyor olan birinin beğenmemesi mümkün değildi konseri. ki ben o anda üzerimde bernard butler ve gitarı konulu tişört giyecek kadar elektrogitar hastasıyım. festivalde herkes gitar çaldı ama hiçbirisi onlar kadar etkilemedi. her albümden de çaldılar. sevdim fazlasıyla. pek saygı duymuyordum onlara ama artık fazlasıyla saygı kazandılar gözümde. benim için sınıf atladılar.

son 3 ayın an güzel uykusunu (en fazla 3 saatlikti ama neyse) uyumanın verdiği iyi halle başladım 2. güne. yalnız başıma güzel bir sabah gezisi yaptıktan sonra kahvaltı ve arkadaşlarla sohbetle başladı gün. ve sonra sony ericsson'un grup ismi bilme yarışmasına ısrarlar dahilinde katıldım. 10'da 9 yaptım ki senelerdir dinlediğim cake'in (o an çalan never there'in ismini ve sözlerini söylememe rağmen) ismini dilimden dışarıya çıkartamadım. utanıyorum. neyse.

direc-t solisti bilge'yi sabah çadırlar bölgesinde gördüm ve tanıştım. saat 14.00 itibariyle burn çadırı en kalabalık haliyle direc-t'i ağırladı. yaylılarla destekledikleri kendi şarkıları, nirvana coverları ve bence günün en güzel anlarından the beatles-across the universe coverı harikaydı. direc-t aslında ana sahneyi hakettiğini gösterdi. aynı anda anasahnede olan ogün sanlısoy'dan daha fazla kalabalık topladıklarına eminim.

sonrasında da burn'de devam ettim. the rogers sisters sürpriz gibi oldu ve harika performans çıkardı. bu anlarını vega ve reamonn'la harcayanlara acıdım. ama tabiki tercih meselesi. burn'de neler kaçırdıklarını bi bilseler.

the rogers sisters'ın arkasından reamonn'a da zaman kaldı. bir göz attım ve gerçekten şaştım. irlandalı solist (alman grup olması şaşırtmasın.polemiğe gerek yok) Raymond Michael Garvey'in şarkılarına hemen herkes eşlik ediyordu ve büyük bir kalabalık vardı. ben iğrenip şaşıra şaşıra konserin bitmesini bekledim. bu kadar hayranının olacağını ummuyordum. susayım.

duman'ı dinlemeyi çok istiyordum konser öncesi. bazı arkadaşlarımla karşılaşınca duman'a yaklaşasım gelmedi ama. insanlar akın akın sahneye gidiyordu ki duman daha önce seyretmediğim ve daha sonra seyredemeyeceğim bir grup olmadığı için o kalabalığa girmeyi istemedim. onun yerine sanal atletizm de baya eğlenceliydi ayrıca.

the sisters of mercy... evde uzun süre dinlemiyordum çünkü çok benzer tınıları sıkıyordu. konsere açıkçası koşa koşa gidip önlerden de yer tuttum. zaten arkasından editors ve placebo da cazipti. ne hikmetse önüm de açılıverdi, oldukça ilerledim. Andrew Eldritch sahnede kükremeye başladığı anda buna dayanamayacağımı anlamıştım. uzadıkça bağırdı, sıradanlaştı ve bir ara
gerçekten artık başım ağrıyordu. sahnede içtiği (zıkkım içesice) bir takım sigaramsı zımbırtı yüzünden dev ekranlar da kararınca kapkaranlık berbat bir konser oldu. karabasan gibi çöktüler. gitaristleri de çok gürültücüydü. bi de Andrew Eldritch beyaz giymişti. en büyük hayal kırıklığım onlar oldu.

hayal kırıklığı deyince editors'e geçmenin tam zamanı. hani küçük çocuklar dikkat çekmek için koşturur, abuk subuk işler yaparlar ya, anladınız siz. bu kadar itici olunabilir. solist Tom Smith "aha salağa bak neler yapıyor" cümlesini kurdurdu bana. düştü, kalktı, sırıttı, hopladı, piano çalarken şekilden şekle girdi ve sonunda da malum gitarını da seyircilere fırlattı manyak. açıkçası arkasından dayanamayıp kendisinin de atlayacağından korktum ve yapsa şaşırmazdı kimse. sağda solda çekilen resimlerine bakınca çok aklıbaşında, dingin insanlar gibi görünüyorlardı (
şu en bilinen hallerine bidaha bakın mesela) ama sahne adamı ne hallere sokuyormuş demek ki. fena halde gözümden düştüler.

nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde placebo'dan önce kendimi 3. sıraya kadar gelmiş buldum. 2. placebo konserimdi ve o kadar da umursamıyordum onları bu sefer. önceki seyredişimde hilton convention center'da en öndeydim ama o kalabalıktan "placebo'nun canı cehenneme" diyerek arkalara kaçmıştım. neyse. konser: Brian Molko "beyefendi" (ona böyle demek bile placebo bitti demekle eş anlamlı bence) hakkında birşeyler söyleyesim var. ama şimdi bu yazıyı işgal etmeyip sonra bir yazı yazıcam. Stefan Olsdal neredeyse one man show yaptı. o zaten hep böyleydi ama yalnız değildi! molko "beyefendi" takım elbiseleri içindeydi ve onlara uygun davrandı (ufak numaralara karnımız tok). son albümün hemen hemen hepsini çalmaları buna rağmen önceki albümlerin hitleri pure morning, taste in men ve without you i'm nothing'i söylemeyerek geçmişlerine ve onları bu geçmişleri için sevenlere (bkz: ben) haksızlık ettiler. daha sahne süreleri bile dolmadan bislere başlamaları da kendilerine yakışmayan kurnazlıktı. açıkçası bizi salak yerine koydular kimse kusura bakmasın. anladım ki placebo her izleyişimde daha kötüye gidiyor olacak. sahnede yuvarlanmakla, birkaç avuçlamayla olmuyor malesef. placebo için bolca malesef, malesef, malesef, malesef... daha iyisini yapmışlardı.

sonra da pılımı pırtımı toplayıp evime kaçtım.

biraz da organizasyonla ilgili konuşayım. geçen seneki festival sonunda şunları yazmıştım:

"taksimde 2 saat servis beklemeyi, girişte 3 saat kuyrukta beklemeyi, çadır
kurduktan sonra para yerine geçicek kartlardan almak için sıra beklemeyi,
gece aniden bastıran yağmuru, karton bardakla yağmur suyunu boşaltmaya
çalıştığım çadırımı, patlayan ve altından su almaya başlayan converse taklidi
ayakkabılarımı, ıslanan çoraplarımı, bütün gece çadır bölgesinde bağırışan
diğer kampçıları, gecenin soğuğunu, yağdığı zaman soğuk ve rüzgarlı, güneşli
olduğunda kavurucu havasını, sadece korn'u bilen katılımcıları, çamuru, cezayı,
son geceki inanılmaz soğuğu, dönüşte tek bir taksi bile bulunmamasını
saymazsak harika bi festivaldi."

bunların hemen hemen hiçbiri yoktu bu sefer. bakırköy'den servise 15 dakikada bindim. girişte uzun kuyruklar beklemedik. labirent baya toparlamış girişi. (dayanamıcam, iğrenç espri: labirentte doğru çıkışı bulamayıp kaybolanlar yüzündendir) ayrıca x-ray cihazlarının sayısı arttırılmış. daha az bekledik.

çadır bölgesi daha düzenliydi. çadırlarını yollara kuran insanlar yoktu. buna izin verilmemiş. aslında belki de geçen seneki kadar kalabalık kampçı olmamıştır. bilmiyorum ama iyiydi kamp bölgesi.
her yer çimlendirilmiş. geçen seneki kadar çok yağmur yağmadığı için bunun başarısını göremedik ama 2. gün de yağsaydı çimlerin de dayanacaklarını sanmıyorum. 1 hafta erken yapılsa festival herşey yolunda olacaktır hava açısından.

rock-card kuyruğu hiç beklemem gerekmedi. yemek içmek için de hiç kuyruk beklemedim.

2.gün çadırımı örümcekler istila etti. yanıma böcek ilacı almamıştım ve muhtarlıktan yardım istememe rağmen bana bir böcek ilacı bile veremediler. biz gelmeden önce alan ilaçlanmışmışmış. festival alanına örümcekleriyle gelen biri mi vardı acaba? napalım.

dönüşte çok rahat otobüs buldum.

alanda sıcaktan kaçmak için gölge alan ve yağmurdan kaçmak için üstü kapalı alanlar yetersiz. tuvaletler; sadece işedim. sular da hiç kesilmedi. hep de sabun vardı. bence sorun yok.

sonuç: gruplar yetmedi, kesmedi. malesef. ama düşünüyorum da çok sevdiğim gruplar festival dahilinde gelmesin. doyulmuyor.

1 yorum:

Sarp* dedi ki...

isteyipte yapamadığımız şeyi çok ii bi şekilde yapmışın yaa ellerine sağlıkk