kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Şubat 07, 2012

ON AGAIN OFF AGAIN @ STEREOGUN


Kadıköy'deki evimiz Stereogun. Ortam rahat, müzikler güzel, işletmeciler dost. Ayda bir ben de çalıyorum zevkle. Bu ay Popscene nickli Gökhan Özden'le beraber çalıyoruz. Tanıtım yazısı şöyle.
"akşamdan kalma kafanla varabileceğin en kesin çözüm tekrar denemekken hayata umutla bakmayı nasıl becerebilirsin ki?

gofretin bitsin, yeniden başla.
not defterin bitsin, yeniden başla.
şarkın bitsin, yeniden başla.
... kitabın bitsin, yeniden başla.
kurşun kalemin bitsin, yeniden başla.
işten kovul, yeniden başla.
sevgilin terketsin, yeniden başla.
kelimelerin bitsin, yeniden başla.
sigaran bitsin, yeniden başla.
yol bitsin, yeniden başla.
içkin bitsin, yeniden başla.
hayatın bitsin, yeniden başla.

ne kadar da basit şeyler. buyurun bize başlayıp biten karmaşık hikayelerinizi BRITPOP, INDIE ve POST PUNK eşliğinde anlatmaya.
bizim de çalacak şarkılarımız var.

11 Şubat 2012 @ Stereogun Kadıköy

serdarcharliebrown & popscene"


Afişi de ben yaptım hehe. Belli değil mi?

facebook event'i

Cumartesi, Temmuz 24, 2010

i'm back to save the universe

İnsanda iştah kalmıyor. Bunca zaman neler yaptık? Bi halt yapmadık.

Baştan başlayalım, ben Metallica seyrettim. Ben de şaşırdım evet. Tam düşündüğüm gibi iğrençti. Kokuyordu. Ama herhalde bu kadar kalabalığı da biraz zor görürüm. Aman görmeyeyim.
Ama bunu hep göreyim; Massive Attack. Bir şehirde Massive Attack konseri varsa, o anda şehrin başka bir yerine giden bir insan salaktır. 3.defa izledim ben ve böyle birşey görmedim. Bu konserde Mezzanine'den baya çok şarkı da çaldılar. Kuruçeşme'nin atmosferi hakikaten çok güzel oluyor, onunla da birleşince muhteşem bir konser oldu yine. Ama şu Dobro nasıl bir efsane olarak kaldı içimde. Yok çalmadılar yine. Bi de yeni şarkıları benimseyemedim ben. Olmadı. Ne bileyim mesela Atlas Air çalacaklarına son olarak Group Four çalsalardı. Neyse.

Sonra çok güzel bişey oldu. John Zorn, Masada'sıyla beraber geldi. Eminönü'nde deniz kenarında Galata Köprüsü, Galata Kulesi ve boğaz manzaralı bir konser verdiler. John Zorn amcanın Naked City hadisesi daha bir ilginç geliyor bana ama tabi bundan Masada konserinin kötü olacağı düşüncesini çıkarmak saçmalık olur. Yani bu adamları aslında sadece görmek bile yeter bence. Mark Ribot gitar çaldı ve dinledik, daha ne istersin. Evet. Yer yer sıkıldım arkadaşım. Onun yolunu yapmaya çalışıyorum bir saattir. Seyirciye de kızdım da birazcık. Ben bu konserden çok şey bekliyordum. Yetmedi bana. Of aman neyse.

Darısı 20 Eylül'e, muhteşem Tindersticks konserine.

Son olarak; Bana bidaha Yann Tiersen diyeni döverim.

Çarşamba, Nisan 07, 2010

Ceketimi giymeyi unutmuşum

Son zamanlarda canım hiçbirşey yapmak istemiyor. Dinlediğim albümleri yazmak istemiyorum, konserler de hoşuma gitmiyor zaten. Kayda değer şeyler şöyle;

"Julian Plenti is... Skyscraper" albümünü dinledim. Hiç hoşuma gitmedi. Zaten Interpol'ü niye bu kadar büyüttüler anlamıyorum. 3-4 şarkı dışında bişey bulamıyorum. Paul Banks da solo albümünde pek farklı bişeyler yapmamış işte. Sadece adı solo albüm. Ne bileyim o kadar da dikkatli dinlemedim ayrıca. peh..

Massive Attack'in Haligoland'inden de beklediğimi bulamadım. Damon Albarn'lı Saturday Come Slow'a taş atıcam burada da. Sesi mi yetmemiş ne şaştım kaldım. Albüm bütün halinde bir eksiklik halinde gibi zaten. Senelerdir buna mı uğraştınız diyesim geliyor. Neyse yazın konsere geliyorlarmış. Affettim.

Birkaç tane de canlı performans izledim. Oracles Always Lie'ı Peyote'de izledim 27 Mart gecesi ama umduğumu bulamadım. İyi bir davulcuları var ama post-rock yapan gruplardan daha yaratıcı şeyler bekliyorum ben. Aynı gece hemen arkalarından One Hour Before The Trip çaldı. Yunanistan grubuymuş sanırım. Araştırmadım fazla. İki grup arasında gitaristlerden başlamak üzere büyük bir yaratıcılık farkı vardı. Eskiden orduevlerinde yemeğe giderdik, yemek müzikleri de Oracles Always Lie'ın yaptığı işler gibiydi kimse kızmasın gücenmesin bana.

12 Mart'ta da Kujo ve Dead Country feat. Art Diktatör oluşumlarının konserlerini izledim. Kujo şarkı yapmaya başlasa keşke. Daha önce aşağılarda biryerlerde Dogzstar konserlerinin de haberini yazmıştım, onu da izledim, Burak Gürpınar'ı ilk defa orada canlı izlemiştim (Kurban murban hakgetire), hakkaten çok başka. Mutlaka izlenmeli Kujo. Dead Country feat. Art Diktatör oluşumu hakkında da birşeyler söylemek gerek ama yani Demirhan Baylan falan başta olmak üzere "abi"ler çaldı. Ne haddime düşmüş diyesim geliyor sadece. Çok sertti. Harikaydı gerçekten. İzlediğim en iyi canlı performanslardandı son zamanlardaki. Bidaha olur inşallah. Fotoğraf makinemi de unutmuşum aksi gibi. Fotoğraf Dogzstar konserinden.


27 Şubat'ta da The Veils vardı. Ne güzeldi. Erken erken başladı. Finn Andrews'in turneden olsa gerek patlamış ayakkabısını siyah bantla yapıştırmış hali, espri yapıp durması falan çok hoştu. Halı üzerinde çaldılar, sahneyi baya baya dağıttılar falan pek bir hoştu. Seyircimize de aferin ama, çok şarkıyı beraber söylediler ne güzel. Aferin herkese.


20 Mart'taki The Subways'i de izledim. Öncesinde The Revolters vardı. Revolters hakkaten çok hareketli. Mini albümleri "Future Obscure"u edininiz. Kayıt kalitesine bayıldım. Konserlerini de görmek gerek zaten.

Subways içinse yaşlanmışım belli ki. Ön taraflarda kan gövdeyi götürüyordu. Aman kalsın amma evet güzel çalıyorlar. Bu tempoya bu kadar hatasız ve sağlam devam etmek alkış alır.

2 Nisan The Cinematics konserini de izledim. Oturdum. Oh. Gerçekten çok sıkıldım. Ha gidip kızların üzerine hoplayalım abi adamıysanız bilemem ama yani ben gruptan bütün gece hiçbir ekstra olay görmedim. Türkiye'de onlar gibi onlarca lise grubu var. Eline gitar alan, davul başına geçen çocuklar bile bu kadar konseri 15 günde verebilirler. Sarhoş eğlencesi.

21 Nisan'da Babylon'da Lamb vokali Lou Rhodes konseri var gözden kaçmasın. Geçen seneki Lamb konseri süperdi. Lou Rhodes'a doyamamıştım oh.

Çarşamba, Ocak 06, 2010

canınızı sıkmak istemem @ 6:45 gram (serdarcharliebrown dj set)

07.01.2009 Perşembe günü,
"90’ların brit-pop ve 2000’lerin indie-rock merkezli gruplarının yüzümüzü güldürmekle ağlatmak arasında kararsız kalan şarkılarıyla gece içinde ani psikoloji değişimleri sağlayabilmek amaçlanacak. Bir nevi deney. Biraz ekşi."
...diye bir tanıtım metniyle ilk defa 3 senedir yaşadığım Kadıköy'de, 6:45 Gram'da çalıyor olacağım.

Cumartesi, Aralık 19, 2009

Gevende konserlerine dair dert yanımı "2"

Öhöm. Benden nefret ettiğinizi biliyorum. Neyse. Birkaç aydır üzerinde düşünüyorum. Açıkçası bu gece de ne yapacağım konusunda en ufak bir fikir sahibi olmadan Gevende konserinde çalmak üzere Peyote'ye gittim. Muhteşem Spiritualized & Spacemen 3 ikilisiyle "herhangi bir" geceyi kurtarabilirsiniz. Bu gerçeği geçiyorum. Üzerine Massive Attack, Portishead, Unbelievable Truth, Tindersticks, Jeff Buckley gibi down tempolarla süslemek mümkün. İşin bu kısmı gerçekten hiç zor değil. Amma ve lakin mesele içerideki yaklaşık 100 kişinin en az 30'unun elini kolunu kaldırıp hoplayarak bitirdiği bir konserden sonra ne yapacağını bilebilmekte. Aylar önce bir yazı yazmıştım maymuna döndüğümle ilgili. İnat ettim ki bişeyler bulabileyim diye. Yine çözümü Spiritualized gitarlarında bulmuştum, -ki çözümüm Spiritualized - Never Goin' Back idi, ama Gökçe'nin davulları fazlaca baskın geldi. Konser bittikten sonra şarkı girmek için en fazla 15 saniye süreniz olur. Çözümün maymunlukta olduğunu biliyordum. Gevende - Arctic Monkeys arasında yazarak açıklamayı asla beceremeceğim bir vokal-bas-davul benzerliği var. Gevende'nin 2 çeşit şarkısı var, 1.si çok çok çok çokçok... bunun açıklamasını bulamıyorum şu anda, diyelim ki "okyanus düğünü" ve yeni albümde muhtemelen bulunacak olan "el mi yaman bey mi yaman söylesene" nakaratlı şarkı, 2.si de eğlenmek temalı "bol ritmli&hızlı vokalli" şarkılar. 2. tür şarkıyla bitiriyorlar her konseri normal olarak ve bundan sonra sırada çalmak zorunda olan kişinin yapabileceği pek fazla birşey yok-tu. "The View From The Afternoon". Bu akşam çözüm olarak o 15 saniyede aklıma geldi ve bir maymunlukla daha kendi çapımda rövanş aldım. Artık rahat uyuyabilirim. Gerçekten...

Cumartesi, Mayıs 30, 2009

29 Mayıs

Bu gece dışarı çıktım. Herkes mutlu mutlu geziniyordu. İki senedir bu günlerde Jeff Buckley için anma gecesi yapıyordum. Sırf bu duruma düşmemek için. Bu sene olmadı. Sokakta herkes mutlu. Sabah 6'da kalkıcam. Olmuyor . Uyuyamıyorum. Jeff Buckley öldüğü için değil. Söylediği şeyleri çevrede gördüğüm için. Boğulmak mı tek çare? Bir çözebilsem.
"got my red glitter coffin, man, just need one last nail"
anlayamıyorum.

Pazartesi, Mart 16, 2009

Joy Division Gecesi 7 Mart 2009 Cumartesi @ Peyote

Merhaba:)
Sırıtan Serdar. Yediği haltın ne olduğunu bilip sırıtıyor.
Öhöm öhöm... Evet Joy Division sevmiyorum. Hala. Evet biliyorum başından beri de "ee o zaman derdin ne birader" sorusunu da duyuyorum. Cevap veriyorum; Canımız istedi. Oh. Bu faslı kapattık sanırım artık. Meseleye girelim...

Hemi Behmoaras iyi bir arkadaşımız. Onun girişimiyle başlayan hadise bana kadar vardı ve işe koyulduk. Ahh baya zevkli oldu. Grup çokluğu, kanal azlığı yine beni sahneden uzak tuttu ki kanal azlığını seviyorum. Grup çokluğunu da.

Efendim Hemi'nin hazırladığı görsellerle aydınlanan sahnemize öncelikle DDR teşrif etti. Şarkı listelerini vermeyeceğim. Hepsi elime geçince videolarının linklerini veririm. Şimdilik Atrocity Exhibition'la idare edin Hemi'nin yüklediklerinden. Çok mu kaba olmaya başladım? Kutu Utku'muzu da sahnede görmek mutlu etti belirteyim.


DDR (Dogu Almanya) - Atrocity Exhibition .

Efendim DDR'dan sonra OPAL vardı sahnemizde. Ben soundcheck sırasında "Sound of Music"lerine tav olmuştum ama bize klavyesiz bir "Love Will Tear Us Apart" çaldılar ki orada olmak lazımdı. En eğlenceli andı benim için. Amma ve lakin siz "A Means to an End"le idare edin şimdilik. Terbiyesizleştim de bi de.


Opal - A Means to an End .



THE REVOLTERS çok sağlam şarkılarla gelmişti zaten. Bir ara içerideki herkesin hopladığına ses masasından şahit oldum. Böylesini ilk kez gördüm Peyote'de itiraf ediyorum. Bir de sürpriz yaptılar ama ne olduğunu söylemem. Merak edin. Utanmaz da oldum.


The Revolters - Shadowplay .

POST DIAL'a şaşırdım. Konserlerinden temposuzdular. Ama şarkı seçimlerinden dolayı o da. Sinan ve Yiğit'e Merve Yerebakan basta eşlik etti onu da belirtelim. "No Love Lost"ları çok eğlenceliydi yazalım not olarak ve "New Dawn Fades videosu az sonra sizinle. sevgiler ve öpücükler". Şımardım da iyice.


Post Dial (feat. Merve Yerebakan) - New Dawn Fades .

Efendim velhasılkelam nerden geldiğini hala anlayamadığım bir Joy Division Gecesi yaptık bitirdik. Pek eğlendik. Çalan arkadaşlara tekrar tekrar çok teşekkürler. Eğlendirdiysek ne mutlu bize, gelemeyenlere de materyallerimizi sağlam tutup az da olsa neler olup bittiğini göstermeye çalışıyoruz. Bigün bir organizasyon düzenlemenin nelerle uğraştırdığına dair bişeyler de yazmak istiyorum. Zira hala bunlardan para kazandığımızı falan sanan insanların var olduğunu görüyorum. İştahım kaçıyor. Ama kime ne anlatabileceksin ki. Vazgeçtim neyse. Sinirim bozuldu yine.


1 ay kadar Joy Division çalıştım. Tebrik ederim kendimi de banane.

Pazar, Ocak 18, 2009

Kısa Kısa 2008


Geeçen sene de canım liste yapmak istememişti uzun süre ama çalakalem bişeyler sıralamıştım. Aynı şey oldu yine. Yine şöyle bir yazıvereyim.

Bence 2008'in en iyi albümleri;

1. PORTISHEAD - Third: O kadar sene beklettiklerine değdi bence. Eskisi gibi değil ama farklı bir güzellik bu seferki. Bu sene en çok dinlediğim 3. albüm olmasına rağmen listede 1 numara bence.

2. The VERVE - Forth: Yeterince konuştum bu sene zaten haklarında. Bu sene en çok dinlediğim albüm.

3. SPIRITUALIZED - Songs in A&E: Muhteşem, tam bir bütünlükte harika bir albüm. Bu sene en çok dinlediğim 2. albüm. Canlı da seyretmek harika oldu zaten.

4. ELBOW - The Seldom Seen Kids: 2008'in Mercury Prize galibi oldular zaten. Elbow albümlerinin hepsi güzel.

5. JAMES - Hey Ma: James albümlerinin de hepsi güzel zaten. Ne yapsalar ilk 5'ime girerler. Yeter ki yapmaya devam etsinler.

6. TINDERSTICKS - The Hungry Saw: Tindersticks'in de tüm albümleri güzel. Heyecanlandım.

7. The LAST SHADOW PUPPETS - The Age Of The Understatement: Sürpriz çıkış tabiki. Alex Lee'nin western takıntısının ispatı.

8. CAJUN DANCE PARTY - The Colourful Life: Daniel Blumberg'in garip vokali çok hoş. Senenin en büyük kazancı bence. Okuyunuz.

9. ANDY YORKE - Simple: Çok uzun süre bekledim. Biraz düşük tempolu ama güzel.

10. ONE DAY AS A LION - One Day As A Lion: 5 şarkılık bir EP. Ama çok sağlam.

"Eh işte"ler;

COLDPLAY - Viva la Vida or Death and All His Freinds: Biraz farklı bir Coldplay. Ama farklı olmalarını isteyen kimdi ki...

SIGUR RóS - Með Suð Í Eyrum Við Spilum Endalaust: Daha bir "şarkı yapma" niyetli. Niyet iyi bence evet.

TRICKY - Knowle West Boy: Hoş ama o vokal tarzından sıkılıyorum. Bernard Butler hatırına işte.

BECK - Modern Guilt: Beck çalsın dinlerim evet. Ama açıp da Beck dinleyeyim diye canımın istediği zaman sayısı 4-5i geçmez. Bu albüm de öyle bence.

OASIS - Dig Out Your Soul: Güzel ama artık sıkıcı. Anlaşılan çok üstünde uğraşmamışlar albümün. Sıradan Oasis şarkıları.

TRAVIS - Ode to J. Smith: Geçen seneki harika The Boy with No Name'in arkasından bence biraz sönük kaldı. Bişeyler eksik sanki.

BRETT ANDERSON - Wilderness: Özel zamanlarda dinlenecek bir albüm olmuş bence. Tamamen elektro gitarsız olması biraz sıkıyor arasıra. Yine de Brett'in adı yeter.

The DØ - A Mouthful: Yer yer güzel. Ama "kalabalıktan korkup" konserlerine gitmedim mesela. Sanırım anlatabildim.
DUFFY - Rockferry: Duffy kızımız pek bir sevildi, tutuldu. Amy Winehouse'un karga sesini sevenlere tavsiye etmek lazım daha çok. Ses nasıl olmalı görsünler. Bir Bernard Butler mucizesi. Albüm McAlmont & Butler'ın dişi versiyonu. McAlmont & Butler'ne kadar erkek versiyon olduğunu tartışabilecek de olsak albüm hakkında pek çok kişinin pek bir bilgisi olmadığı için susalım. Susalım.

Hayal Kırıklıkları;

The CHARLATANS - You Cross My Path: Burada bişeyler yazmıştım daha önce.

SUPERGRASS - Diamond Hoo Ha: Burada bişeyler yazmıştım daha önce.

DIRTY PRETTY THINGS - Romance At Short Notice: Çok şey bekliyordum Carl Barat'tan bu albümde. Tam bir hayal kırıklığı, hatta benim için senenin en büyük hayal kırıklığı bu.

The KILLERS - Day & Age: Zaten pek sevmezdim, sevdiğim şeyleri de yok olup gitmiş.

TV ON THE RADIO - Dear Science: İlk defa bir albümlerini tamamen dinledim. Sevmiyordum zaten. Yine sevmedim.


SAKİN'in HAYAT ve YASEMİN MORİ'nin HAYVANLAR albümüne de özel ödülüm gitsin. Yılın sürprizi olarak da KUJO'yu seçiyorum.

Pazar, Aralık 14, 2008

19 Aralık Cuma Yora & Ars Longa & Seha Can @ Studio Live Junior (dj sette Serdarcharliebrown eşliğinde)

EDIT: Nasıl rezalet bir durumdur bi anlatabilsem. Konser tamamen Studio Live'dan kaynaklanan nedenler nedeniyle iptal edildi.



Böyle bir hadisemiz var. Şöyle bir tanıtım metnini yapıştıralım;

"Gri istanbul havasına ve içinde bulunduğunuz hastalıklı karmaşaya ters düşecek, sizi melodik zamanlara götürecek bir sarmaşık çıkar karşınıza. Öyle bir şey ki, göğe kadar yükseliyor; sizlere bulutlardan basamaklar sunuyor. Hani, masalını da biliyorsunuz ya! O yüzden içiniz rahat olsun. Cici bir ütopya ile karşılaşma umuduyla yukarı çıkarsınız. Yorulana kadar tırmanırsınız... Tırmanma işlemini başarıyla sona erdirdiğinizde, kendinizi, modern zaman masallarının anlatılacağı 4 saatlik müzikal bir ütopyanın içinde bulursunuz... Olaylar gelişir..."

İstanbul indie / underground sahnesinin en önemli isimlerinden olan Ars Longa, Yora ve Seha Can, dj sette Serdarcharliebrown eşliğinde 19 Aralık Cuma akşamı Studio Live Junior'da!


biletix linki

Bekleriz. Ben özellikle Seha Can'ın performansını çok merakla bekliyorum. Pek sık konser vermiyor zira.

Pazartesi, Ekim 20, 2008

"Radiohead Gecesi" 21 Ekim @ Peyote

Tanıtım metnimi yazayım olsun bitsin.

"21 Ekim 2008 Salı gecesi Peyote konser salonunda RADIOHEAD GECESİ düzenliyoruz.

Dj Serdarcharliebrown'un djliğini yapacağı geceye DIREC-T, NEON, OPAL ve YORA, Radiohead coverlarıyla katılacaklar. Ayrıca bir de sürpriz grup var.

Bekleriz."

Çarşamba, Ekim 15, 2008

"VOKAL" 16 Ekim Peyote Giriş Katı


Perşembe gecesi Peyote giriş katında çalıyorum. Tanıtım metinciği şöyle;

"Enstrumanlarından ziyade vokalleriyle anılan gruplarla eğlenceli bir indie gecesi peşindeyiz." Beklerim.

Çarşamba, Ekim 01, 2008

Cumartesi, Eylül 27, 2008

The Verve (Bant Dergi - Eylül 2008)

Bant dergisi eylül 2008 sayısında yayınlanan yazım. Buyurun.

OTUR VE ŞAŞIR

THE VERVE

90'ların başında brit-pop en güneşli günlerini yaşıyordu. Suede'ler, Oasis'ler, Blur'ler, The Auteurs'ler dört nala gidiyordu. Ama 90'ların ikinci yarısı ve 2000’lerin başı aslında onların tarzıyla sarsılacaktı. Psychedelic, alternative rock ya da brit pop ne derseniz deyin The Verve için. Bir grup düşünün... Ne kadar klasik bir başlangıç oldu değil mi? Tamam The Verve hakkında yazacağımızı biliyorsunuz ama hadiseyi biraz da süslemek gerekiyor. Ne şans ki süslemeler bize sunulmuş durumda zaten. Öyle bir grup düşünün ki günümüzün en el üstündeki vokalistlerinden biri, tüm dünyanın izlediği bir konserde bu grubun vokalistini “dünyanın en iyi vokalisti” olarak sahneye çağırıyor. Basit, The Verve’ü düşünün. Bir iyi vokal, bir de iyi gitaristiniz varsa başarılı olmak için ihtiyacınız olan az şey kalıyor geriye. Bu ihtiyaçlardan biri kesinlikle şanslı olmak. Kariyerine yeni başlayan bir grup için en çaresiz sıkıntı bu muhtemelen. Tabii bu başlangıç günümüzden yaklaşık 20 yıl öncesine denk geliyor. 20 yıl önce yaşıyor muydunuz? Nerdeydiniz? Dikkat; konu The Verve olduğunda bu sorular önemli sorular. Buraya tekrar döneceğiz ama önce hikaye bölümünü bir atlatalım. A Storm In Heaven (1993) İngiltere'de en büyük brit pop çılgınlığının yaşandığı anlara denk geldi ve onların ağırbaşlı halleri diğer gruplara nazaran biraz daha sönük kalmalarına neden oldu. Oasis ve Blur’ün işçi-aristokrat atışmaları, Suede’in parlaklığı ve magazini de yanlarına almış olmaları karşısında bu dönemde Pulp, New Order ve Nick Cave’in bile sönük kaldığını söyleyelim ki durum anlaşılsın. Albümün psychedelic-space rock tarzı, brit pop “lalala”larına yenik düştü. Zamanına uygun değildi. Çok süre geçmeden A Northern Soul (1995) geldi. Ufak tefek değişiklikler vardı The Verve soundunda. Gitar ve vokal reverbleri biraz kısılmış ve kimi şarkılarda yaylılar da devreye girmişti. En azından space rock tarzını bir kenara bıraktıklarına işaretti bu. Ama yeniden o duvara çarptılar. Hala doğru zaman gelmemişti. Kim bilebilir ki iç işlerini, gitarist Nick McCabe gruptan ayrılıp The Beta Band’le dirsek temasına girişti. Öyle ki McCabe gruba soundunu kazandıran temel parçaydı ve yerine zamanın en yetenekli gitaristi, o günlerde henüz Suede’den yeni ayrılmış olan Bernard Butler’la bile bir haftalığına çalışılsa da bu aşı tutmadı (Suede de bu günlerde Butler’ın yerini iki kişiyle doldurmaya çalışıyordu). İç işler bir yanda dursun, bir de özel hayat problemi vardı The Verve cephesinde. Richard Ashcroft’un aşırı dozdan komada geçireceği günlere kadar sınırları zorlayan uyuşturucu problemi, grubun tamamen dağıldığı haberlerini de beraberinde getirdi. Efsane böyle bitti dersek gülerler tabii ki. Richard Ashcroft, Lucky Man’de şöyle der; “Ben şanslı bir adamım, ellerimde ateş var.” Şansı sonuna kadar zorlamak adına veya yaptıkları işe güvendikleri doğrultusunda doğru zaman gelmişti belki de ve ateş kendini gösterdi. The Verve hiç kimsenin beklemediği şekilde tekrar birleşip aslında sadece daha önce yaptıkları müziği yaptılar. Sound olarak A Northern Soul’dan büyük farklar içermeyen Urban Hymns (1997)’le 90’ların başında kendilerini pek takmayanların ağzının payını verip yeniden dağıldılar. Aslında biraz derinlikli düşününce Urban Hymns’in bile zaman duvarına takıldığını söyleyebiliriz. Yayınlandığı yıl Mercury Prize’ı Gomez’in Bring It On’unun kazanmasını da delil olarak sunabiliriz (Aynı yıl Massive Attack de Mezzanine’i yayınlamıştı). Urban Hymns yine de önceki albümlere göre hikayeleri bakımından daha şanslı şarkılara sahipti. Ashcroft’un komada geçirdiği günlerden kısa süre sonra yayınladığı single The Drugs Don’t Work başarı için ihtiyaçlardan olan “şans”tan çok daha fazlasına sahipti. Her ne kadar Richard Ashcroft kanserden ölen babasının acılarına ilaçların bile engel olamadığını görerek şarkıyı yazdığını söyleyip aslında bir aşk şarkısı olduğunu iddia etse de pek inandırıcı olmadı ya da buna inanılmak istenmedi. The Rolling Stones şarkısı The Last Time’ın sampleı kullanılarak hazırlanan Bitter Sweet Symphony, Massive Attack - Unfinished Sympathy’e göndermeleriyle güzel bir hikayeydi. Bunların dışında Sonnet, The Rolling People, Space And Time, Lucky Man (Biri beni durdursun tüm albümü yazıyorum yoksa)…tek başlarına bile bir albümü kurtarabilecek şarkılar. Bu günlerde aynı haltları The Good The Bad And The Queen’de Damon Albarn için karıştıran gitarist Simon Tong’un atmosfer yaratma uzmanlığının da Urban Hymns’e katkılarını belirtmeden geçmeyelim. (Mesela Weeping Willow’u tam bu anda bir kere daha dinleyebilirsiniz) Hazır şarkılara da girmişken önceki albümlere de geri dönmekte fayda var. A Storm In Heaven’da Butterfly’ın ve The Sun The Sea’nin nefesli çalgılarla da desteklenmiş kaos ortamı Tim Buckley’nin avangard denemelerinin tadına ulaşıyor. A Northern Soul’un On Your Own’u veya orkestrasyon History’sinin, The Drugs Don’t Work veya Bitter Sweet Symphony’nin başarısına ulaşamamış olması, başka yerlere bakarken gözden kaçan ayrıntı şanssızlığından başka bir şey değil. Geçen yıllar, bu gözden kaçan ayrıntıların yavaş yavaş fark edilmeye başlanmasına da neden oldu. Bugün pek çok insan The Verve’ü büyük grup kategorisine sokuyor. Evet sokuyor ama bu anda sorulara dönmenin zamanı geldi. Hikaye bölümünü bitirdik şimdi gerçeklerle yüzleşelim biraz da. Suratımız asılıyor. 20 yıl önce yaşıyor muydunuz? Nerdeydiniz? Hadi o kadar uzağa da gitmeyelim. Urban Hymns 1997’de yayınlandığında dinlemiş olan şanslı insanlardan mısınız yoksa henüz üç sene kadar önce adını duyup da “bir kere dinledim” diyebileceklerden misiniz? Richard Ashcroft’a “dünyanın en iyi vokalisti” Ünvanını, Chris Martin’in yağ çekmesine katıldığınızdan dolayı mı yoksa 1993’te Glastonbury’deki Gravity Grave kaydını dinlediğiniz için mi verdiniz? Opel reklamında Bitter Sweet Symphony’i ilk kez mi duymuştunuz ve “vay ne güzel” demiştiniz? / “vay ne güzel” diyebilmiş miydiniz? Mad Richard’ın, Spiritualized’ın muhteşem albümü Ladies and Gentlemen We Are Floating in Space’ine J. Spaceman’in sevgilisini çalarak ruhani bir dokunuş yaptığını duymuş muydunuz? Gerçekten, 20 yıl önce neredeydiniz, hatırlayabiliyor musunuz? Ne düşünüyordunuz hayatınızla ilgili acaba? Bugünkü halinizi o gün hayal ediyor muydunuz ki? Aynaya bakın inanın ki yaşlandınız. O günleri hatırlamıyoruz, verdiğimiz sözlerin hiçbirini tutmadık. Efsane dediğiniz ama en fazla 4-5 senedir tanıdığınız bir grup The Verve. Eğer 20’li yaşlarınızı yaşıyorsanız kabul edin ki, onlar o bildiğiniz şarkılarını yaptığı gün sizin daha hiçbir şeyden haberiniz yoktu. Biraz daha kurcalayalım mı? A Storm In Heaven’ın tamamını dinlemediniz, biliyorsunuz. Peki A Northern Soul’un? Gözümüzde “efsane” olmayı tek bir albümle mi başardılar ki? Ne şans o zaman. Yeni The Verve albümü Forth dinleyeceğimiz en önemli albümlerden biri durumuna geliyor bu anda. “Efsane” dediğimiz grubun hayatımızda ilk defa “yeni albümü”yle karşılaştık. (Tüm bu sözleri Portishead - Third için de tekrarlayabiliriz). Yaklaşık iki haftadır muhtemelen hayatımızda ilk kez “The Verve’ün yeni klibi” Love Is Noise’u izleyebiliyoruz. 25 Ağustos’ta fiziki form kazanacak olan albümü aslında Ağustos’un ilk haftasından beri de dinliyoruz zaten. Forth bir nevi Ashcroft ve çetesinin zamanı yeniden sınaması. Bu sefer başlarına gelecekleri çok daha iyi biliyor gibiler. Love Is Noise’un hızlı ritmiyle kendini ele veriyor bu durum. The Verve günümüz indie rockını yakalıyor bu geri dönüşün ilk singleıyla. 2007 Kasım’ında yeniden konserlere başladıklarından beri çaldıkları Sit And Wonder, A Northern Soul’un soundunu kulağımıza çalıyor albümün hemen başında. Ardından Rather Be, Judas, Numbness ve I See Houses serisi Urban Hymns’in ilk 20 dakikasından sonrasını anımsatıyor. Hatta bu seriye 8 numara Valium Skies’ı da katabiliriz. Aslında Forth’un süre-tempo ilişkisi, neredeyse Urban Hymns’le aynı doğrultuda devam ediyor. Ama araya sıkışmış bir Noise Epic var ki belki de albümün en büyük sürprizi durumunda. The Verve’ün yaklaşık son 2 dakikadaki sürpriz patlamasına Come On dışında pek alışkın olduğumuz söylenemez. Ayrıca The Beatles - Day Tripper’ın bass riffi de şarkıyı albümde ayrı bir yere koyuyor. Son iki parçası Columbo ve Appalachian Springs de yine A Northern Soul soundunda ve albüm bitiminin de benzer tempoyla olmasını sağlıyorlar. Bugün Forth için söyleyeceklerimizin 10 sene sonra da kabul görecek kelimeler olmayacağını The Verve 20 senedir ispatlamış durumda. Keyfini çıkarıp şaşırmaya devam etmek güzel. The Verve’ün “umudu canlı tutma” telkinlerinin diğerlerinin yaptığından çok daha farklı olduğunu fark edebilmek güzel. “But I know I'll see your face again”

Yazı: Serdar NARTOP
İllüstrasyon: Saydan AKŞİT

Perşembe, Eylül 18, 2008

"Bunalım" 18 Eylül Peyote Giriş Katı

Bu gece Peyote'nin girişinde böyle bir afişle karşılaşınca buraya da yazmak icap etti. 18 Eylül Perşembe gecesi(bu geceye tekabül ediyor kendisi) Peyote'nin giriş katında "Bunalım" adı altında bir dj setim var. Nasıl bişey olacağını bilmiyorum ama tahminim bu yağmurlu havada dışarıda oturamayan arkadaş gruplarına bakıp, yalnız yalnız oturmaktan sıkıldığımdan kelli onların da canını sıkabilecek elimde ne varsa çalacağım bişey olacak sanırım. Beklerim diyim ama nasıl olsa gelmeyeceksiniz.

Afişte; "Tek başına bile normal bir andaki psikolojimizi negatife çevirebilen şarkıları arka arkaya dinlemeye bünyemiz dayanabilecek mi? Eve dönerken ne düşünüyor olacağız? Deneyelim." yazıyor.

Çarşamba, Eylül 10, 2008

Bant - Eylül - The Verve

Bant dergisinin Eylül sayısına The Verve yazısı yazdım. Ay sonuna doğru yazıyı buraya da koyarım. Blogdaki eski The Verve yazımdan ve Portishead-Third yazımdan bolca kopya çektim. Yazarken bolca Verve dinlemiştim. Baya etkili olmuş, hakkını vermişim. Yazı "Suratımız asılıyor"un ardından biraz psikopatlaştı. Aslında daha da beterdi ilk yazdığımda ama sonra biraz yumuşattım. Aslında yazı biraz kısaltılmış. Neyse ben buraya eski haliyle koyarım. Yine her zamanki gibi araya Bernard Butler sıkıştırabildim, yine yaptım, yine yapıcam. Şu adam da bir albüm çıkarsa da artık araya sıkıştırmak zorunda kalmasam... Ayrıca derginin bir yerinde daha Bernard Butler ismi geçiyor. Bulanı tebrik edicem. Yazının sonundaki "But I know I'll see your face again" de yerine ve dergiye cuk oturmuş. Bu kadarı da olamaz artık!(Ne demek istedi şimdi bu deli;)) Ayrıca Saydan AKŞİT'in illüstrasyonu harika olmuş. Ben de dergiyi aldığımda gördüm ilk kez. İnşallah tüm grubu içerir diyordum ve tam da istediğim gibi olmuş. Kendisine de teşekkürlerimi ilettim zaten. Öyle.

Pazar, Haziran 29, 2008

OHA LAN ROLL'A ÇIKMIŞIZ!!!


Artık beni mazur görün böyle oha'lı mohalı konuşuyorum ama hakkaten OHA yani başka bişey diyemiyorum, şaşkınlıktan ve sevinçten -pardon ama, götüm tavana vurdu başka bişey diyemem. Peyote'de gecenin 3ünde djlik yapıyordum ki ablam oradan bir Roll dergisi haziran sayısı bulmuş. Bana gösterdi. Haziran sayısını almamıştım açık seçik söyleyeyim. Benim düzenlediğim Jeff Buckley Anma Gecesi'ne gelip insanlarla röportaj yapmışlar. İnsan dediğime bakmayın, insan dediğim de en az on senelik arkadaşım meşhur blogcu 8/1 hayatbayat Tacım Açık. Şoklardan şok beğenip suratımda gerzek bir gülümsemeyle sunarım size. Bula bula Tacım'ı mı buldunuz ey Roll!!! Şaşkınlığı da geçti artık durumum ilahi bir takım güçlerle, zaten tam yerinde olmayan kafamı bozmaya başlayacağım bu gidişle. Canınızı sıkmak istemem ama OHA!!!.

SON OLARAK; Ey ROLL, Jeff Buckley intihar etmedi, sadece boğularak öldü. Bu kadar.

Cumartesi, Haziran 28, 2008

canınızı sıkmak istemem (2 Temmuz Çarşamba @ Peyote)

Peyote'nin konser salonu bu gece itibariyle tatile giriyor ama temalı dj setler devam edecek temmuz ve ağustos aylarında. Benden de istediler. 2 temmuz çarşamba gecesi giriş katında. Adını da blogun adını koydum. Tanıtım metni şöyle;

canınızı sıkmak istemem (serdarcharliebrown dj set)

90'ların brit-pop ve 2000'lerin indie-rock merkezli gruplarının yüzümüzü güldürmekle ağlatmak arasında kararsız kalan şarkılarıyla gece içinde ani psikoloji değişimleri sağlayabilmek amaçlanacak.
Bir nevi deney. Biraz ekşi.



facebook ve last fm eventlarına falan da bakın isterseniz.

Cumartesi, Mayıs 24, 2008

Jeff Buckley 11.Ölüm Yıldönümü Anma Gecesi @ Peyote

Bir süredir peşinde koştuğum organizasyonu 22 Mayıs Perşembe gecesi gerçekleştirdik. Yoruldum baya.
Planımda ekranda "Live In Chicago" görüntüleri eşliğinde benim djliğimle başlamak vardı ama laptop ve projektör arasındaki bağlantıyı bir türlü sağlayamadığımız için görsel materyalsiz başlamak zorunda kaldık. (En korktuğum şeydi aslında sahnede öyle kalakalmak. Oldu) Evet onu beceremedim.

DÜŞ MACUNU
Sahneye ilk olarak Düş Macunu'nu temsilen gitarist&vokalist Sinan Güngören çıktı. Eternal Life ve sürpriz In My Arms çaldı. Sinan'a ilk sırada sahneye çıkma cesaretini gösterdiği için ayrıca çok teşekkür ederim.

ECE DORSAY
Albüm hazırlıklarındaki Ece Dorsay'ın stüdyosundan çıkıp çok sevdiğini bildiğim Jeff Buckley şarkılarını söylemesi hakkaten güzel bişeydi. Biraz da kendi yorumunu ekleyerek gitar+vokal formatına soktuğu Forget Her ve güçlü sesine yakışan Hallelujah söyledi bize. Artık albümünü bekliyoruz. Albümde Yakup Trana'yla çalıştığını da not düşeyim.

NEONAlbüm kayıtlarından alıp getirdiğim bir isim de Neon'u temsilen gitarist&vokalist Özgür Özen'di. Sahneye çıkmadan önce heyecanlı görünmeyen bir tek o vardı. Tek şarkı Lilac Wine çalarak katıldı geceye. Sesinin aslında ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.


SEHA CANAraştırmalarıma göre (heheh herşeyi araştırdığıma emin olabilirsiniz) gecenin en ilgiyle beklenen ismi Seha Can'dı. Uzun süredir konser vermiyordu, ben de daha önce ondan sadece 1 canlı şarkı dinleyebilmiştim. Dream Brother, Nightmares By The Sea ve New Year's Prayer söyledi bize. Özellikle New Year's Prayer'da vocal processorle harika bir performans çıkardı. Daha sık sahneye çıkması gerek. Gerçekten harikaydı.

ARS LONGA
Gecenin tek grup halinde performansı Ars Longa'dan geldi. Onlar da Everybody Here Wants You ve So Real çaldılar. Gerçekten çok iyi çalışmışlar. İlk sound check onlarındı ve çalmaya başladıklarında duyduklarıma inanamadım. Arkadaşlıklarına da güvenerek diyebilirim ki bu kadar iyi beklemiyordum. Harikaydı. Vokalist Sinan'ın sahne öncesi heyecanı da gerçekten çok hoştu (hiç gerek yokmuş ama). Onların işlerine saygılarına bayılıyorum. (fotoğrafa baterist Eray'ı sıkıştıramamışım özür dilerim.)

Gerçekten zor bir iş Jeff Buckley şarkılarını söylemek ve çalmak. Malum, gelmiş geçmiş en iyi seslerden birisi. Ayrıca çoğu zaman açık akorlu gitar kullanırmış, yani nota perdeleriyle pek ilgilenmezmiş. Zor iş. Benim gibi ilk kez canlı performanslar içeren bir organizasyon düzenleyen birine güvenerek, böyle zor bir işe girişme cesareti göstermiş olmaları bile sahnede çalan arkadaşların her birine sonsuz teşekkür etmekten başka bir şey bırakmıyor. Performansların hepsi harikaydı. Koşuşturmacadan sindire sindire izleyemedim. Ona üzülüyorum.


Gece sanırım herkesin umduğundan daha kalabalık oldu. O kalabalıkta koşuştururken ayaklarına bastığım, omuz ve dirsek attığım herkesten özür dilerim. Fotoğraf desteği için Brit Me More ablama, Bayan Arıza Yasemin Kanat'a ve kahrımı çeken Peyote çalışanlarına da çok teşekkürler.
Elinde fotoğraf, görüntü vs. olan varsa da serdar.nartop@gmail.com üzerinden bana gönderirse çok sevinicem.

Zor olanı bitirdik. Sıradaki...

Pazar, Nisan 27, 2008

Dolaşmak

25 Nisan Cuma. Can sıkıntısıyla yol boyu kağıda düşülen notlardan derleme.

Sabah evden çıkmadan önce bütün gün huysuz olmaya kendi kendime söz verdim. Kaşlarımı çattım, suratımı buruşturup çıktım dışarı. Kırtasiyede gayet ılımlıydım. Kırtasiyede ne kadar huysuz olabilirsin ki. Soğukmuş hava. Kafama kapşonumu da geçireyim, saçlarımı düzeltmeyi unuttum çıkarken. Açım.
Bu otobüse binmeyeyim. Bidahakinde de oturacak yer vardır...Oh varmış.
Kargo - Yanımda sen olmayınca. Bütün gün çekmece çekmece dolaşıcam. 15dk varmış vapura. Bir sososli yiyeyim. Hmmm...
Akbil butonunu ıskaladım. Gece hiç uyumadım ki, gözüm doğru düzgün görmüyor. Kapşonumu takayım. Gözlerimin morluğu görünmesin. Biri şu Klaxons'u susturabilir mi? Kalem bile elimde durmuyor.
Çok halsizim uykum var. Married with kids.
İnsanların suratına böyle şiş gözlerle dik dik bakmaya devam edersem bugün dayak yerim. Uykusuz okuyayım.
Sakızım kalmamış. Şu büfeden alayım...Pfff kim gidecek oraya kadar boşver.
Vapur iskeleye çarpınca herkesin sallanması ne komik. Sakız alayım.
Chewy meyve bahçesi. Çirkinmiş.
Soru: Bozuk para çıkmayınca tam parayı utana sıkıla vermek mi daha iğrenç yoksa para üstü olarak bir tomar bozukluk almak mı?
Kızın şeffaf çantası var. İçinde ne var ne yok görünüyor. İğrenç.
Supergrass süper bir grup.
4 kişi karşılıklı oturuyorlar. Tramvayda. 2si kız 2si erkek. Kızların ikisi de kitap okuyor, erkeklerin ikisi de kızları seyrediyor. Bu anları yakalamaya bayılıyorum. Yer de Gülhane Parkı önü. Acaba ceviz ağacı olmanın mantığı da böyle anları yakalamak mı? Kızlardan birisi o şeffaf çantalı kız.... Boys&Girls başladı. Beyazıt durağındaki kız ayağını Boys&Girls ritminde sallıyor.
The Longpigs - Lost Myself. Bu anda tramvayda oturacak yer buldum. "I have lost myself I cannot sleep". Geç kaldım belediyeye.
Su içince ağızdaki sakızın sertleşmesi iğrenç.
Bodysnatchers'ın 3.dksından sonraki gitar yükselişi muhteşem. Öğle tatili. Geç kaldım.
Yine o üst geçit.
Bigün inat eden bir japon olursa tüm hayatımın kamera kayıtlarına ulaşabilir. Her adımda kamerasına çeken bir japon görüyorum. Küçükçekmece Belediyesi'nde çekim yapmak için benim gittiğim günü mü beklediniz? Japonya'nın en ünlü adamı olmama çok az kaldı. Sadece farketmeleri gerek.
Belediyede sandalyede uyuyakalmak.
Esniyorum, esneyince gözlerim yaşarıyor, gözlerim yaşarınca burnum akıyor. Sonuç: Uykum varsa burnum akar.
Memuru beklerken kafayı duvara dayayıp uyuyakalmak.
Tespit: "Uykusuzlukta herşey değerini kaybeder"; Birine çarparsın, dönüp özür dilemek gereksiz gelir, ufak bir çarpma, ne olur ki. Dik yürümek neden ki, nasıl olsa çevredeki kimse beni görmüyor şu anda. vs.
Bu kuleyi klibe sokmak nasıl bir mantık? Altı üstü Büyükçekmece işte.

Aklımdan bunlar geçerken sırasıyla bunlar çalıyordu;
Four Tet - Joy
Spiritualized - Ladies and Gentlemen We Are Floating in Space
Kargo - Yanımda Sen Olmayınca
Radiohead - Airbag
Rufus Wainwright - Cigarettes and Chocolate Milk
Klaxons - Golden Skans
Strangelove - Married with Kids
The Verve - Star Sail
Supergrass - Diamond Hoo Ha Man
Strangelove - Living With the Human Machines
The Tears - Refugees
Blur - Girls & Boys
The Longpigs - Lost Myself
Blur - She's So High
Ed Harcourt - The Stom Is Coming
Morrissey - I Will see You In Far Off Places
The Longpigs - Frank Sonata
McAlmont & Butler - The Theme From McAlmont & Butler
Radiohead - Down Is The New Up
Graham Coxon - I Can't Look At Your Skin
Radiohead - Bodysnatchers
Ian Brown - Time Is My Everything
Travis - The Fear
The Tears - Autograph
Booth And The Bad Angel - Dance of the Bad Angels
The Longpigs - Blue Skies
Jarvis Cocker - Don't Let Him Waste Your Time
James - How Was It For You
James - Waterfall
Elbow - Grounds For Divorce
The The - Dogs Of Lust
The Strokes - Heart In A Cage
Thom Yorke - The Clock
The Charlatans - A Day For Letting Go
Jens Lekman - The Opposite of Hallelujah
The Verve - On Your Own
Arid - Words
The Notwist - Gravity
The Long Blondes - Round The Hairpin
Cajun Dance Party - Buttercups
Gorillaz - Tomorrow Comes Today
Travis - Happy to Hang Around
Mew - Snow Brigade

Cuma, Mart 28, 2008

Gevende konserlerine dair dert yanımı

Konserleri sonrası şarkı girmek çok çok çok zor bir iş. Salondaki herkes eğlenme halinde. Onların eğlencesini devam ettirmek zorundasın. Aynı zamanda gevende konseptine de uygun devam etmelisin. İndie çalamazsın indie değiller, elektronik çalamazsın oradaki kalabalık noluyoruz der, grunge çalmaya kalksan bir kısım ahali duruma tepki gösterir. Aynı dertten konser arasında da mustarip olmak mümkün. Gevende tarafından son derece hızlı bitirilerek ara verilir. İnsanların eğlencesini bozmamak adına hızlı şarkılarla ara değerlendirilmek istenilir ancak sahneye çıktıklarında nayu çalarak son derece düşük tempolu başlayabilecekleri hesaba katılmadığından arctic monkeys - a certain romance, nayu öncesinde cehennem azabı gibi gelir. Gevende nayu çalmaya başlarken henüz bitmemiş olan şarkının sesi yavaş yavaş kısılsa da maymunların gitarları hala bangır bangır bağırmaktadır. Bu durumda maymun durumuna düştüğünün farkedilmemesi için sadece dua edebilirsin. Nolur elektrik kesilsin...