Cumartesi, Şubat 02, 2008

The Good, The Bad And The Queen (İşte Genç'ten)

http://www.istegenc.com.tr/ 'de yayınlanan The Good, The Bad And The Queen yazım;

The Good, The Bad And The Queen

4 efsaneden Clint Eastwood’a saygıyla beraber, iyiye, kötüye ve kraliçeye Londra’dan selamlarla; “The Good, The Bad and the Queen”.

2000’lerin başı; Blur grubu Londra’nın aristokrat sınıfını eğlendirmekten sıkılmaya başlamış ve dağılma sinyalleri veriyorken solist Damon Albarn, “Blur Best Of” albümünün single’ı “Music Is My Radar”a bir cümle ekleyiveriyor; ‘ Tony Allen dancing, Really got me dancin'(Tony Allen beni dans ettiriyor). Bu cümleden sonra “The Good, The Bad and The Queen”in kuruluşu stüdyo çalışmalarıyla kesinlik kazanıyor ve karşımıza son senelerin en heyecan verici grubu çıkıyor.

Damon Albarn’un üçlü ekibi gerçekten ilk duyulduğu anda dudak uçuklatacak cinsten. Nijerya müziğini dünyaya açan adamlardan Fela Kuti’nin davulcusu, Damon Albarn’un “Mali Music” projesinden arkadaşı Tony Olapido Allen. Aslen The Verve gitaristi olan, Gorillaz ve Blur’un da konser gitaristliğini yapan Simon Tong ve Damon’ın Simon Tong’la ne kadar iyi bir ikili oluşturacağını düşündüğü, okul yıllarından beri fanı olduğu The Clash’in basçısı Paul Simonon. Ayrıca albümün prodüktörlüğünü de Gorillaz’la Grammy ödülü kazanan Danger Mouse yapıyor.

Grup ilk kayıtlarını henüz Paul Simonon gruba katılmadan önce Afrika’da yapmış fakat müziğin fazla Afrikalı olduğunu düşünüp Londra’ya döndüklerinde tekrar düzenlemeye karar vermişler. Elimizde, kendi cümleleriyle “Damon Albarn’ın Parklife’tan beri kaydettiği en Londra’lı albüm” var. Kendi mahallelerinde gördüklerini, duyduklarını, konuştuklarını, tarih kitaplarında okuduklarıyla birlikte sunmaya çalıştıklarını söylüyor Albarn. Temel olarak vokal ve davul üzerine kurulmuş şarkılar, iki psychedelic rock atmosferi ustasının gitarlarıyla şekillenmiş. Özellikle The Verve severlerin albümdeki Simon Tong etkilerini fark etmemesi imkansız gibi. Dört müzisyen de gençlik dönemlerinde son derece hareketli ve hızlı şarkılar yapıyorlardı. Albümde yaşlandıkları, duruldukları ama müzisyen kimliklerinin ne kadar sağlam olduğu görünüyor.

Tarih kitaplarından çıkma hikâyesiyle “History Song”, Damon Albarn’ın geçmişiyle hesaplaşması niteliğindeki “80’s Life”, 60’ların tınılarını taşıyan melodisiyle bir nevi sistem eleştirisi “Kingdom of Doom”, albümün diğer kısmından oldukça farklı olan ve bir Tony Allen gösterisine dönüşen “Herculean”, savaş muhabbeti “Nature Springs” albümün en dikkat çeken şarkıları.

Geçmişteki bu tür sürpriz birlikteliklerin fazla uzun sürmediğini hatırlayıp Londra’ya, iyiye, kötüye ve bu 4 büyük müzisyene bir selam da biz verelim, grubu ülkemizde de izleyebilmiş olmanın mutluluğunu yaşayalım.

Hiç yorum yok: