Perşembe, Kasım 30, 2006

urban hymns bazlı dert yanımı


bir süredir blogla ilgilenemedim. bikaç planım var kafamda ama. haftasonunu iyi değerlendirmeye çalışıcam. şimdi bakıyorum da bir haftadır hiçbişey yazmamama rağmen günde 25-30 ziyaret oluyor bloga. şaşırıyorum ben. teşekkürler.

bugün işe giderken de dönerken de the verve-urban hymns albümünü dinledim. özellikle akşam otobüste, yoğun trafikte, yorgun argın eve dönerken acaip bir huzur verdi bana. aklımdan şu geçti; the verve'e, jeff buckley'e, radiohead'e nasıl depresif/bunalım müziği diyebiliyor insanlar? hiç edebiyat, felsefe, müzikal eleştirisi vs. amaçlamayıp bodoslama söylemek istiyorum; bu şahısların çıkarttığı bu kadar güzel, uyumlu sesi arka arkaya duyup da bu güzellik yüzünden niye bunalayım ki? hayat için "şöyle berbat, böyle boktan" demek bu kadar güzel yapılabiliyorsa demek ki güzel birşeyler de var ve işte o da kulağımda. bunları dinlerken o kadar güzel bişey yapıyor oluyorum ki bu anda bunalmak yerine anın tadını çıkarmak, rahatlamak, huzurlanmak daha olası, daha gerçek.
ey okuyucu; daha önce serdarcharliebrown'un yazdıklarından tek bir kelimesini bile doğru bulduysan, eğer bir kere olsun "acaba ne demiş?" diye düşündüysen, eğer onun yazdıklarını birşey öğrenmek için okuyorsan sana söyleyebileceği en önemli şeylerden birisi "urban hymns'i dinle" olur. ey okuyucu; urban hymns'i dinle. yapabileceğim en iyi bikaç tavsiyeden biri bu.

Salı, Kasım 21, 2006

süper haber, kula shaker döndü

hiç ummazdım. Crispian Mills ve arkadaşları geri döndü. daha önce bir yazı yazmıştım blogda. huzurlu ölüm yakıştırması yapmıştım ama henüz huzurun doruğuna varamamışlar anlaşılan. son zamanların en önemli durumlarından. mart ayında The Revenge of the King isimli bir ep yayınlamışlar -ki hiç haberim olmamıştı, yeni albüm için de hazırlanmaya devam ediyorlarmış. myspacelerinde iki yeni şarkıları Dictator of the Free World ve Braj Mandala dinlenilmeyi bekliyor. hiç durmayın tavsiye ederim.
yeni şarkılarının listesi de şöyle;

Big Bad Wolf
Die For Love
Super CB operator
Craving Heart
Dictator of the Free World
6ft Down
Troubador
Revenge Of The King
On The Highway
Braj Mandala

Pazartesi, Kasım 20, 2006

iç hesaplaşmalarım. bölüm 2: elliott smith

Image Hosted by ImageShack.us

çok fazla tanımıyorum. ama tanıyan çok fazla insan tanıyorum. sora sora bağdat bulunur tarzı yaklaşımla çok fazla ilgi göstermeden, tek tük dinlediğim birisi elliott smith. şunu yapmış bunu yapmış diye atıp tutamam hakkında. dinleyicisi değil dinleyicilerinin gözlemcisi olarak bişeyler söyleyebilirim ancak. ilk söylemem gereken de inanamadığım. hakkında negatif birşey söyleyen kimseye, hiçbir yazıya, söyleme rastlamadım. tek eleştirilen yanı intiharı. aslında ben uzun süre dinleyemiyorum, bir süre sonra bu kadar şirinliğe dayanamıyorum. yalnız bu şirinlik (ki akustik gitar-piano ikilisi bunu sağlayan) müzikte hakim sadece. lyriclerinde zaten başının belası olan alkol ve uyuşturucu problemi, depresyon hallerine sıkça rastlanıyor.

aslen gitarist. bana sorulacak olursa emsalleri jeff buckley, cat power, belle & sebastian, richard hawley ve belki biraz da badly drawn boy. ama sevenlerinin bu söylemime katılacaklarını sanmıyorum. onu ayrı bir yere koyduklarını çok iyi biliyorum.

hakkında ekstra bilgi olarak söyleyebileceğim şey (-ki böyle bir araştırma hiç yapmadım. o kadar ki bu yazıyı yazarken bile kaç albümü olduğunu bilmiyorum inanın ki), çok fazla dizi ve film için müzik yaptığı. bunlardan en önemlisi de Matt Damon ve Robin Williams'ın oynadığı Gus Van Sant filmi "Good Will Hunting". zaten tanınmaya başlamasının da ilk adımlarından birisi bu.

olur ya hadiseye benim kadar kara cahilseniz eğer pek çok kişiyi ilk kez büyülediği (-ki bu "büyülemek" kelimesinin daha iyi uyabileceği bir yer olduğunu sanmıyorum) Waltz #2 ve kişisel tercihim Clementine'le işe başlanılmasının uygun olduğu kanaatindeyim. ince, yumuşacık sesi, "gülümse, hayat kötü" tarzı müziği ile arkasından ağlanacak insanlar kazanmayı başarmış. çok sevdiğimi söyleyemesem de sevenlerinin haline tanık olduğum için sadece saygı duyabiliyorum o kadar.

2003 yılında 34 yaşında, göğsüne iki bıçak darbesi vurarak intihar etmiş. ne diyebilirim ki? biraz vurdumduymaz olucam; yapmasaymış keşke.

Perşembe, Kasım 16, 2006

iç hesaplaşmalarım. bölüm 1: muse

Image Hosted by ImageShack.us

tamamen kişisel bir yazıdır. takmayınız.

muse ilk çıkışından itibaren hep farketmeden takip ettiğim bir grup oldu. taa ilk albümleri showbiz'den beri. tabi bir hikayem var. bir gece radyoda hakan tamar'ın punk-art'ını dinlerken arka arkaya bir radiohead bir muse, bir radiohead bir muse çalarak bir nevi "muse diye bir grup var ve radiohead'in ilk hallerine çok benziyor" deyip belki de biraz da radioheadçilik oynayan yeni çocuklarla dalga geçmişti. grup da zaten yakın zaman sonra oldukça tanınır olmuştu. showbiz'de gerçekten de pablo honey ve the bends'den fazla fazla esinlenilmiş. tek dinleyişte bile vokal ve akustik gitar benzerliklerini farketmek güç değil. matt bellamy'nin bir lafı var, şöyle ki; "küçük bir kasabada radiohead dinleyerek büyümüş insanlarız. benim hayatım creep'i dinlediğim gün kaydı, elbette sesimi onun gibi eğitmeye çalıştım, çünkü onun gibi söylemek istiyordum." zaten showbiz'in prodüktörü de pablo honey'nin yapımcısı. yeni bir grubun bu şekilde olması gayet normal. fakat bir radioheadsever için muse'un bu tavırları sonrasında onları ciddiye alması beklenemez. haliyle aynı durum bende de başgösterdi. onları hep "hadi bağırıp çağırılan, bangır bangır gitarlı birşeyler dinleyeyim" dediğim zamanlar kulağıma taktım. onları açık açık küçük gördüm hep.

2. albüm origin of symmetry çıktığında hiç umursamamıştım. açıkçası new born'u bile klibinin dönmeye başlamasından haftalar sonra ilk kez izlemiştim. tüm albümü dinlediğimde de özellikle bliss ve uzay efektli türevi şarkıları midemi bulandırmıştı. akustik gitarlar da elden bırakılmıştı. kızgın radiohead. fakat uzay takıntısı biraz tarz belirleme çalışmaları gibiydi. iğrenç bir tarz ama.

absolution'ı merak ediyordum. aslında uzay takıntısı devam edecek mi, showbiz'deki kasvet yeniden kurulabilmiş mi diye merak ediyordum belki de. uzay hadisesi baş göstermeye devam etse de yarattığı atmosfer açısından pek karamsarlık hissi uyandırmıyor albüm. itiraf edeyim ki oldukça fazla dinledim. ama albümün tamamına sadece TSP ve stockholm syndrome'u dinlemek için mi katlandım diye de düşünmeden edemiyorum.

black holes and revelations daha yayınlanmadan önce supermassive black hole herkesi hayrete düşürdü. dance-rock ritmleri muse'un hiç denemediği birşeydi zira. muse'un bu durumunu yine radiohead olma çabalarına yormuştum. "tarz değiştiriyor gibi yapalım" çalışmaları. "onlar elektroniğe kaydı, biz de dansa kayalım" düşüncesi/ithamı. ama bu düşünce kısa sürdü. tüm albüm dinlendiği zaman muse'un yeniden birsürü blissimsi şarkı kaydettiği açık seçik ortada. belli ki sadece supermassive black hole ve starlight için birtakım yeni şeyler denemeye çalışmışlar. albüm sanırım en sevmediğim albümleri durumunda. zaten genel olarak albümlerini seviyorum diyemiyorum ki.

hmmm şu sıralar birşeyler değişmeye başladı ama aklımda. rock'n coke 2006 performansları tabi ki etken. 2005 brit awards en iyi sahne performansı ödülü sahibiler. ama canlı canlı görmedikten sonra bu ödül insana pek birşey ifade etmiyor açıkçası. fakat gördükten sonra da "muse çok b*ktan bir grup" lafını etmek için gereğinden fazlaca yüzsüz olmak gerek. tamam belki biraz yüzsüz olabilirim ama "albümleri o kadar önemli değil fakat dalga geçilmemesi gereken bir grup" demem gerektiğini düşünüyorum artık. çok hoşuma gitmiyorlar ama dalga geçilmeyi de asla haketmiyorlar. galiba muse gözümde sınıf atladı. ama hala küçük sınıflardalar.

birşey daha; hala showbiz şarkısının sonundaki solosunda gitarlarla beraber matt bellamy de bağırıyor mu anlayabilmiş değilim. üzgünüm.

Perşembe, Kasım 09, 2006

ağır abi iş başında. grinderman


nick cave abimizin sözüne güvenmeyeceksek kime güvenicez? buyurun the modern way'e. yeni haber nick cave'in yeni albüm projesi.

Cuma, Kasım 03, 2006

blackbud'dan yeniler

hızlı üreten gruplar geç tüketilir... sanırım. ve ya bilmiyorum diyeyim. blackbud'ın albümü dışında başka bir çok materyaline ulaşmak mümkün. en son olarak
myspacelerinde iki yeni şarkı koymuşlar. henüz 3-4 günlük. so it seems (download edilebilir durumda) ve golden girl'ün demosunu dinlemenizi öneririm. ben hala habire blackbud dinliyorum. bakalım nereye kadar gidecek.

Perşembe, Kasım 02, 2006

28 ekim cumartesi mogwai geçti gitti

yeni melek'teki konserdeydim. güzel şeyler oldu o gece. kaçıranlar bişeyler kaçırdıklarının farkındadırlar elbette. bakın bence neleri kaçırdılar:

kafabindünya
istanbul'lular gayet iyi bilirler aslında onları. post rock, experimental grubumuz kafabindünya saat 10 sularında sahneye çıktı. pek fazla kalabalık değildi salon ama neler kaçırdıklarını bilmiyorlar. 11 kasım gecesi peyote'deler. hala dinlemeyen varsa bugüne kadar neler kaçırdıklarını görebilirler. söyleyecek fazla birşeyim yok onlarla ilgili. çok güzel bir başlangıçtı gece için.

Image Hosted by ImageShack.us


replikas
şeyy nasıl söylesem bilmiyorum ki. replikas'ın en gereksiz gruplardan olduğunu düşünüyordum hep. rock'n coke 2005 performanslarını izlemiştim ve hiç beğenmemiştim. sanırım haklıymışım. film müziği yapmaya devam etsinler. ama bence sadece öyle yapsınlar. çok sıkıldım çok. susayım ben. hiç yazasım yok nedense.

Image Hosted by ImageShack.us


mogwai

Image Hosted by ImageShack.us

herşey güzel başladı. önlerdeydim. 2ye 2lik bir abi vardı önümde ama çok da kapatmadı görüş açımı. memnundum. sahneye izleyici yaklaştırmama görevi almış korumalar. fakat şarkı listesinin fotoğrafını çekmeme izin verdiler neyse ki. sonra beyler sahneye geldiler ve gitarlara sarıldılar hemen. shoegazer olmak kolay iş değil. sanki biz orada değilmişiz gibi davrandılar (bir süreliğine). gitaristlerinin (sanırım adı Barry Burns olan o) giydiği arab strap tişörtü hemen dikkat çekti tabi.başka şeyler de var hemen dikkatimi çeken aslında. baterideki yeşil-beyaz celtic(glasgow takımı olur kendisi) atkısı, klavyedeki oyuncak bebek kafası, grup üyelerinin miller organizasyonunda sahnede efes bira içmeleri ve tonmaister dede. özellikle dede pek bir eğleniyordu.

enstrümantel müzik yapan grupların konserleri için hep acaba albümdeki gibi çalabilecekler mi endişesi olur ama mogwai bu durumu aşmış. şarkıların patlama anları kulak zarlarını zorluyor belki fakat kulak zarının zorlanmasının keyfi de bir başka güzel tabi ki. aslında konser sırasında şöyle bir düşüncem vardı; burada öleceksem eğer; kalabalıktan ölmem, sahne dumanı kokusuz ama bronşit şoku diye birşey varsa bundan ölebilirim belki, hiçbiri olmazsa yüksek sesten ölebilirim ama ama bundan memnun kalırdım sanırım. ölmedim. ışık şovları için organizasyon yetkililerine teşekkür etmek gerekli ama hiçbirinin bunu okuyacağını sanmıyorum. o yüzden gerek yok.

mogwai aslında biz orada yokmuşuz gibi davrandı fakat bu sadece muhabbet açısından böyleydi. grubun poz vermeyi çok sevdiği izlenimi edindim. çoğu şarkıda -özellikle patlama anları öncesinde, "hazır olun, geliyor" duruşları vardı bütün üyelerde. yalnız asla beşini birden tek fotoğraf karesine sıkıştıramadım, ona yanıyorum. bislerinde helicon 1 ve we're no here çalarak sahneden bence oldukça gereksiz ses kalabalığıyla ayrıldılar.


vokalleri yapan gitarist klavyeci Stuart Braithwaite'in sesini pek duyamadığımı ve iki elektrogitaristin de harika olduğunu söyleyip bitireyim.


Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us