LİSTE BURADA
Kısaca; Smashing Pumpkins'i biliyorduk zaten, Manic Street Preachers'ı tahmin ediyorduk, Franz Ferdinand'ı duyuyorduk. Franz çok iyi oldu ve bize borcunu ödeyecek. Daha eklenen de olur herhalde. Chris Cornell'ın live 8 performansını hatırlayanlardansanız(aaa ben) sevinmemişsinizdir. Neyse işte. Daha çok konuşuruz nasıl olsa.
Çarşamba, Mayıs 30, 2007
Pazartesi, Mayıs 28, 2007
Perşembe, Mayıs 24, 2007
TNK
16 mayıs gecesi Studio Live'da izlemiştim. Ankaralılar. Alternatif rock/indie arası gidip geliyorlar. Çoğunlukla kendi bestelerini çalıp araya birkaç da franz ferdinand, u2, white stripes, strokes, travis, foo fighters coverı da sıkıştırdılar. Bildiğim kadarıyla albüm kayıtlarındalar. Yakın bir zamanda albümlerini görücez. Şimdiye kadar dinlediğim kadarıyla piyasada çok rahat tutulurlar gibi görünüyor ama şu lise grubu görünümleri onları dinleyecek kitlenin yaş ortalamasını biraz düşürecek gibi geldi. Ama bu önemsiz bir ayrıntı.
Tnk myspace
Kendi şarkılarındaki karamsar sözler dikkat çekiyor. Solist Caner'in sesi gerçekten çok güzel ki bu en önemli artıları. Seyirciyle diyaloga girmeye çalışması da hoşuma gitti(seyirci az olduğu için pek başarılı olamadı ama). Studio Live'ın kötü ses düzenini saymaz ve ufak tefek eksikleri görmezsek çok iyi bir konserdi. Daha iyi olacaklar.
Takip edilesi ve dikkat edilesi bir grup. Tavsiye ederim.
Tnk myspace
Salı, Mayıs 22, 2007
Smashing Pumpkins - Tarantula
1 eylül akşamı rock'n coke 2007 sahnesinde izleyeceğimiz yarım yamalak Smashing Pumpkins'in yeni albümü Zeitgeist'in ilk şarkısı "Tarantula" ortaya çıkmış. Buyurun.
Smashing Pumpkins - Tarantula
Smashing Pumpkins - Tarantula
Pazartesi, Mayıs 21, 2007
The Automatic ( 18Mayıs Studio Live)
Neodiscotheque bize bir iyilik daha yapıp Galli The Automatic'i 18 Mayıs gecesi Studio Live sahnesine getirdi.
Özet geçmek yok. Laf kalabalığı yapıcam. Ama herşeyden önce Dj Ahmet Musluoğlu'na teşekkürlerimizi sunalım. Çoğu kişiye "The Automatic çıkmasa ya" dedirtebilecek playlistiyle geceye tat verdi.
"The Automatic çıkmasa ya" demek için bir nedenimiz daha vardı. İstanbul sahnesinde senelerdir brit-pop rüzgarı estiren Suitcase yine harika performansla arz-ı endam etti. Arka arkaya The Smits'ler, Suede'ler, Radiohead'ler ve James'ler geliyorken başka bir gruba ihtiyaç duymak abesle iştigal olurdu. Konser sonrasında solist Deniz Özberk'ten albüm müjdesi aldığımı da belirteyim.
Saat 1'e doğru sıra The Automatic'e geldi. Önlerden güzel güzel seyredelim diye düşünürken (İç ses: Ah yaşlılık) sahne önünde patlatılmaya başlanan biralarla bir punk konseri havası estirmeye niyetli çok sevgili seyircimizi (İç ses: Şükür ki erkenden) farkedip kaçışanların sayısı hiç az değildi. Binlerce kişilik konserlerden kalkıp küçücük (İç ses: Ve dolmayan) Studio Live'a gelen The Automatic atmosferden ne kadar memnun kaldı bilinmez ama (İç ses: Sahnelerine su, seyirci, bira şişesi atıldı. Ne memnunlardır ama) seyircimizin (İç ses: Sadece öndeki 30 kişiden bahsediyor aslında. Arkada kalanlar kolon seyrediyor zira Studio Live'da) oldukça hoşuna gitti performansları.
Sahne performanslarına söylenebilecek hiçbir kötü söz yok (İç ses: Öncesinde ne içtiler acaba?). Karşılaşabileceğimiz en enerjik performanslardan biriydi (İç ses: Ramones ve Sparta tişörtleriyle sahneye çıkan çocuklardan ne beklenir ki). Klavyeci Alex Pennie'yi izlerken bile yoruluyor insan. Başına geleceklerden habersiz seyircimizin üstüne de atlamaya kalkınca sahneye ancak güvenlik tarafından geri "koyulabildi". Son olarak tanınmalarını sağlayan "beefcover"ı da çalıp geldikleri gibi hoplaya zıplaya gittiler.
Eğer şartlar el verseydi performansları son zamanlarda izlediğimiz türevlerinden çok daha iyi olacakmış gibi göründü.Pazar, Mayıs 20, 2007
AMA BU KADARI DA FAZLA
Artık ne demeli bilmem. Ben şaşırma efektlerimin hepsini harcadım. Kendi sitelerinde veya myspacelerinde yazmıyor ama bilginin geldiği kaynak çok sağlam. Resmen açıklanmasa da 11 Ağustos 2007 gecesi Parkorman'da The Good The Bad And The Queen 'i izleyeceğiz. Daha James ve Tim Booth'u canlı canlı izleme durumuna inanamazken Damon Albarn'a ve Simon Tong'a nasıl alışacağımı bilmiyorum. Bu kadarı fazla. Çok şımarıcaz.
Cuma, Mayıs 18, 2007
Sıkı Durun! Isınıyoruz!
Küresel ısınmaya dikkat çekebilmek ve önlemleri duyurabilmek amaçlı olarak düzenlenecek olan, 7 Temmuz 2007 tarihli Live Earth konser serisine İstanbul ayağı eklenmiş. Bu ne demek oluyor; Live8 benzeri bir organizasyonla karşı karşıyayız ve çok kısa bir süre içinde belli olacak olan belki de bugüne kadarki en muhteşem line up... Aman cümle kuramadım. İyi birşey işte. (radiohead'in gelmesini hayal edip gelmeyeceklerini bilip hayal kırıklığına uğramak. "Küresel ısınmayı engellemek için toplanıp şarkılar söylemekten daha başka şeyler yapmamız gerekiyor".)
Pazar, Mayıs 13, 2007
Interpol - Our Love To Admire
Yeni Interpol albümü 22 temmuzda yayınlanıyormuş. Ben pek sevmiyorum."the heinrich maneuver" da sıradan geldi. Neyse. Şarkı listesi;
01. pioneer to the falls
02. no i in threesome
03. the scale
04. the heinrich maneuver
05. mammoth
06. pace is the trick
07. all fired up
08. rest my chemistry
09. who do you think
10. wrecking ball
11. the lighthouse
01. pioneer to the falls
02. no i in threesome
03. the scale
04. the heinrich maneuver
05. mammoth
06. pace is the trick
07. all fired up
08. rest my chemistry
09. who do you think
10. wrecking ball
11. the lighthouse
Çarşamba, Mayıs 09, 2007
Blackbud Yeni Albüm Hazırlıkları
Pek sevilmediğini biliyorum (bana ne) ama Blackbud'dan haberler var. Yeni albüm için hazırlıktalar. Bir ay kadar önce Myspace üzerinden solist Joe Taylor'la konuşmuştum ve yeni albüm için İsrail'de çalıştığını söylemişti. Geçen hafta içinde youtube'a el kamerasıyla çektikleri 3 videolarını koymuşlar. Yeni albümün ilk sesleri bunlar. Buyurun izleyin, dinleyin.
Meet You Here
Travelling Home
Beefheart
Meet You Here
Travelling Home
Beefheart
Pazartesi, Mayıs 07, 2007
Pis Yabancı
26 Nisan gecesi Peyote'de izlemiştim. Experimental-jazz-elektronik tarzda müzik yapıyorlar. Yer yer sert vokaller girmeleri hoşuma gitmedi. Klarnetin farklı bir hava kattığı kesin. Bilgisayarlı ses efektleri de hoş, bunu yapan fazla yok. Bence bir vokal sorunları var (Experimental olsalar bile ses gerekiyor arasıra). Tarzı pek sevmememden dolayı pek tuttuğumu söyleyemem, ilk başlarda güzel geldi ama zamanla biraz sıkılmaya başladım. Ama sevebilecek çok fazla insan var eminim. Deneyin tavsiye ederim.
Pis Yabancı Myspace
Pis Yabancı Myspace
Arctic Monkeys - Favourite Worst Nightmare
Neden böyle oluyor ki?
Arctic Monkeys'in ilk albümü "Whatever People Say I Am, That's What I'm Not" harikaydı. Tüm ödülleri topladılar falan filan. Çok sevdik, beğendik, sürekli dinledik, her yerde çaldık falan filan. 2. albümü dört gözle bekledik ve yaklaşık 3 haftadır da sürekli dinliyoruz.
İlk albümün 2. cd'si gibi birşey var elimizde sanıyoruz. En başta pek bir değişiklik yok. Yine aynı güzellikte ritmler, hoş hikayeler ve hiphop özentisi vokaller duyduklarımız. Ama farklı birşeyler daha var. İlk şarkılarda Arctic Monkeys bildiğimiz maymunlar ama "Only Ones Who Know" itibariyle farklı birşeyler olmaya başlıyor. "Do Me a Favour" yine bildik şeyleri hatırlatırken daha sonrasında "This House Is a Circus" geliyor ki bu çocuklardan çıkan en sağlam şarkı olduğunu düşünmeye başladım. Dolu dolu. "If You Were There, Beware" de harika bir melodiye sahip. Kısacası sonu çok güzel bitiyor albümün. Özellikle "505" de onlardan çıkan en iyi slow şarkı belki de. Bu şarkıya en sonda tekrar değinicem çünkü çok güzel bir sürprizi barındırıyor.
Kısacası Arctic Monkeys büyümüş, serpilmiş. Ama nedense bütün olarak ilk albümün tadını alamadım. Daha çok dinledikçe alışır mıyım bilmiyorum. Hiçbirşey değişmeseydi beğenir miydim? Sanmıyorum. Neyiz biz? Tüketici:) Fight Club felsefesine girmeden susucam. Paniğe kapılmayın.
505'deki güzel sürprize geçelim; Şarkı çok güzel bir klavye girişi ile başlıyor. Ah ama bu ses çok tanıdık. The Good The Bad And The Ugly geldi mi aklınıza? Direkt oradan alıntı bir sample. Göstererek anlatabilinecek cinsten. Buyurun(ÖNEMLİ NOT: Eğer henüz filmi izlemediyseniz 30. saniyeden sonra kapatmanızı ve bir an önce filmi izlemenizi öneririm)
Arctic Monkeys'in ilk albümü "Whatever People Say I Am, That's What I'm Not" harikaydı. Tüm ödülleri topladılar falan filan. Çok sevdik, beğendik, sürekli dinledik, her yerde çaldık falan filan. 2. albümü dört gözle bekledik ve yaklaşık 3 haftadır da sürekli dinliyoruz.
İlk albümün 2. cd'si gibi birşey var elimizde sanıyoruz. En başta pek bir değişiklik yok. Yine aynı güzellikte ritmler, hoş hikayeler ve hiphop özentisi vokaller duyduklarımız. Ama farklı birşeyler daha var. İlk şarkılarda Arctic Monkeys bildiğimiz maymunlar ama "Only Ones Who Know" itibariyle farklı birşeyler olmaya başlıyor. "Do Me a Favour" yine bildik şeyleri hatırlatırken daha sonrasında "This House Is a Circus" geliyor ki bu çocuklardan çıkan en sağlam şarkı olduğunu düşünmeye başladım. Dolu dolu. "If You Were There, Beware" de harika bir melodiye sahip. Kısacası sonu çok güzel bitiyor albümün. Özellikle "505" de onlardan çıkan en iyi slow şarkı belki de. Bu şarkıya en sonda tekrar değinicem çünkü çok güzel bir sürprizi barındırıyor.
Kısacası Arctic Monkeys büyümüş, serpilmiş. Ama nedense bütün olarak ilk albümün tadını alamadım. Daha çok dinledikçe alışır mıyım bilmiyorum. Hiçbirşey değişmeseydi beğenir miydim? Sanmıyorum. Neyiz biz? Tüketici:) Fight Club felsefesine girmeden susucam. Paniğe kapılmayın.
505'deki güzel sürprize geçelim; Şarkı çok güzel bir klavye girişi ile başlıyor. Ah ama bu ses çok tanıdık. The Good The Bad And The Ugly geldi mi aklınıza? Direkt oradan alıntı bir sample. Göstererek anlatabilinecek cinsten. Buyurun(ÖNEMLİ NOT: Eğer henüz filmi izlemediyseniz 30. saniyeden sonra kapatmanızı ve bir an önce filmi izlemenizi öneririm)
Cumartesi, Mayıs 05, 2007
Smashing Pumpkins Rock'n Coke 2007'de
Zaten uzun süredir dedikodusu vardı. Smashing Pumpkins myspace'inde dedikodu doğrulandı. 1 Eylül'de Smashing Pumpkins yarım yamalak kadrosuyla Rock'n Coke'ta. Festivalin tarihini de öğrenmiş olduk böylece; 1-2 Eylül.
Cuma, Mayıs 04, 2007
www.istegenc.com.tr 'de yazmaya başladım
Dandadadan ve Gevende röportajlarına ufacık tefecik katkılar yaptığım İş Bankasının gençler için hazırladığı İŞTE GENÇ sitesinin müzik bölümünde bugün ilk yazımın yayınlanmasıyla resmen yazarları oldum. Yazılar imzasız yayınlanıyor ama ben kendi yazılarımı buradan yayınlamaya devam edeceğim. Can sıkıntısından başladığım şeyin para kazandıran gerçek bir mesleğe dönüşmesi beni çok şaşırtıyor gerçekten. Yardımı için Şirin'e çok teşekkür ederim.
Sitenin müzik bölümü için yazılar yazacağım ve röportajlar yapacağım bundan sonra. İlk yazım da Brett Anderson'ın solo albümü için oldu. Hem link vereyim hem de buraya postlayayım. Buyurun;
Brett Anderson bu kez yalnız
90'ların başında grubu Suede ile brit-pop'un tekrar canlanmasında en büyük pay sahiplerinden biri olan Brett Anderson, ilk solo albümü "Brett Anderson"da bir bakıma kendini anlatıyor.
İngilizler hikâyeleri, efsaneleri severler. Suede de henüz albümü çıkmadan efsane olmayı başarmış gruplardan. Çıkış albümleri "Suede" henüz yayınlanmadan, zamanın ünlü müzik dergisi Melody Maker, grubu "Britanya'nın en iyi yeni grubu" ilan etmişti bile. Brett Anderson'ın Morrissey & David Bowie halleri, uçuk, şok edici şarkı sözleri ve gitaristi Bernard Butler'ın müthiş soloları eşliğindeki dansları, Matt Osman (bas) ve Simon Gilbert (davul)'ın kusursuz enstrümanları ile Suede 90'ların mucizesi haline gelmişti. İlk iki albüm "Suede" ve "Dog Man Star" inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Blur ve Oasis ikilisiyle beraber öyle parlaktılar ki Radiohead, Pulp, The Verve gibi olağanüstü gruplar bile o zamanlar bu üçlünün yanında sönük kalıyorlardı. Ama tabii ki Radiohead “Ok Computer” ile, Pulp “This Is Hardcore” ile, The Verve “Urban Hymns” ile bu sürecin intikamını feci şekilde aldı.
"Dog Man Star"ın kayıtları aşamasında yaşanan olaylar sonucu gitarist Bernard Butler'ın gruptan ayrılmasıyla Suede çok büyük bir kan kaybına uğradı. Zira bestelerin sahibi de çoğunlukla oydu. Brett Anderson bu ayrılığın gruba etkisini "Şarkılarımızda gitar ve vokalleri öncelikli hazırlıyorduk. Bernard'ın ayrılmasıyla bas, bateri ve vokalleri öncelikli hazırlamaya başladık" diye özetleyerek, artık Suede'de tarz değişikliğine gidileceğinin sinyalini vermişti. Belki de bu açıklama ile gruba Butler'ın yerini doldurmak üzere alınan iki genç; Neil Codling (klavye) ve Richard Oakes’e (gitar) güvensizliğini de gösteriyordu.
Beklenen oldu, Suede üçüncü albümü "Coming Up"ta parti havasına girip eğlencenin dozunu artırırken, müzikal kaliteden ödün verdi. Ardından "Head Music" ile müzikal açıdan hızlanıp, kalite açısından iyice düştü. "A New Morning" ile de en kötü işine imza attı.
Geçtiğimiz yıl Bernard Butler ve Brett Anderson'ın ortak projesi “The Tears”, ikiliyi beraber görmemizi sağladı ama görüntüden başka pek bir şey ifade etmedi.
Tabii genç kuşak, Suede'i genellikle son albümleriyle tanıdığı için, Brett Anderson'ın mart ayı sonunda yayınladığı kendi adını taşıyan solo albümünün ses getirmesi pek muhtemel değil.
Öncelikle albüm, Suede albümlerinden çok farklı. Suede'e göre daha basit gitar tonları, önceleri çok sık kullanmadıkları hüzünlü yaylılar, Brett & Bernard ikilisinin vazgeçilmezi piyano, albümde duyduğumuz sesler. Ritimleri de oldukça düşürmüş Brett Anderson. Yalnız olup, düşündüğünü tam olarak uyguladığında, müzikal açıdan sağlam ama satış rakamları muhtemelen düşük kalacak bir albüm çıkarmış ortaya. Çeşitli yerlerde keçi boynuzu yer gibi azar azar eski Suede albümlerinin tadı damağımıza geliyor ama keçi boynuzunu da kim sever ki?
Açılış şarkısı ve ilk single "Love Is Dead", Brett Anderson'ın patlaması gibi. Şarkının nakaratında Brett, "plastic people" derken, gerçekten bunu içten söylediği anlaşılıyor. Zaten albüm de Brett Anderson’ın kendini anlatmaya çalıştığı, samimi şarkılarla dolu. "Dust And Rain" ve "Intimacy", Bernard Butler'sız Suede dönemlerini fazlasıyla anımsatıyor. Basit gitarlar, neşeli, salınıp sallanmalık tonlar ama iç karartıcı sözler kulaklarımızda. "Infinite Kiss" ve geçen sene kaybettiği babası için yazdığı "Song For My Father" albümün kaliteli işlerinden. Özellikle "Song For My Father" benzer tecrübeleri olanlar için oldukça zorlayıcı bir şarkı. Fakat albümdeki tüm şarkılar bir yana "The More We Possess The Less We Own Of Ourselves" bir yana dersek de pek yanılmayız sanıyoruz. Bu parça, “Dog Man Star” albümündeki "The Asphalt World" şarkısından bu yana Brett Anderson'dan çıkan ilk kusursuz yapıt. Albümün kırılganlığının doruk noktası ve yaylıların hüznünün ispatı gibi. Daha önce Suede'den bu tarz bir şarkı da duymadığımız için ilginç de aynı zamanda. "One Lazy Morning", "To The Winter", "Scorpio Rising" ve "Ebony" ise sıradan diğer şarkıları.
Sonuç olarak, eski dinleyiciler için eski günlere dönüş, yeni dinleyiciler içinse pek bir şey ifade etmeyecek bir albüm gibi görünüyor. Uçuk, çılgın şarkı sözlerinden daha gerçekçi hikâyelere dönüş yapan Brett, artık ipek gömlekleri, dar pantolonları, ışıltılı bakışları bir kenara bırakıp aile babası imajı çiziyor. Son zamanlarda kameralara bile bakmıyor küskün beyefendi. Durgunluk dönemine girmiş, büyük bir müzisyenin içten hikâyelerine kulak vermenizi tavsiye ediyoruz.
Bloga özel son;
Brett Anderson için söyleyebileceğimiz son cümle ise "Kafasının üzerinde uçuşan domuzcuklar, pastırma olacaklarını anladılar" olur muhtemelen.
Sitenin müzik bölümü için yazılar yazacağım ve röportajlar yapacağım bundan sonra. İlk yazım da Brett Anderson'ın solo albümü için oldu. Hem link vereyim hem de buraya postlayayım. Buyurun;
Brett Anderson bu kez yalnız
90'ların başında grubu Suede ile brit-pop'un tekrar canlanmasında en büyük pay sahiplerinden biri olan Brett Anderson, ilk solo albümü "Brett Anderson"da bir bakıma kendini anlatıyor.
İngilizler hikâyeleri, efsaneleri severler. Suede de henüz albümü çıkmadan efsane olmayı başarmış gruplardan. Çıkış albümleri "Suede" henüz yayınlanmadan, zamanın ünlü müzik dergisi Melody Maker, grubu "Britanya'nın en iyi yeni grubu" ilan etmişti bile. Brett Anderson'ın Morrissey & David Bowie halleri, uçuk, şok edici şarkı sözleri ve gitaristi Bernard Butler'ın müthiş soloları eşliğindeki dansları, Matt Osman (bas) ve Simon Gilbert (davul)'ın kusursuz enstrümanları ile Suede 90'ların mucizesi haline gelmişti. İlk iki albüm "Suede" ve "Dog Man Star" inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Blur ve Oasis ikilisiyle beraber öyle parlaktılar ki Radiohead, Pulp, The Verve gibi olağanüstü gruplar bile o zamanlar bu üçlünün yanında sönük kalıyorlardı. Ama tabii ki Radiohead “Ok Computer” ile, Pulp “This Is Hardcore” ile, The Verve “Urban Hymns” ile bu sürecin intikamını feci şekilde aldı.
"Dog Man Star"ın kayıtları aşamasında yaşanan olaylar sonucu gitarist Bernard Butler'ın gruptan ayrılmasıyla Suede çok büyük bir kan kaybına uğradı. Zira bestelerin sahibi de çoğunlukla oydu. Brett Anderson bu ayrılığın gruba etkisini "Şarkılarımızda gitar ve vokalleri öncelikli hazırlıyorduk. Bernard'ın ayrılmasıyla bas, bateri ve vokalleri öncelikli hazırlamaya başladık" diye özetleyerek, artık Suede'de tarz değişikliğine gidileceğinin sinyalini vermişti. Belki de bu açıklama ile gruba Butler'ın yerini doldurmak üzere alınan iki genç; Neil Codling (klavye) ve Richard Oakes’e (gitar) güvensizliğini de gösteriyordu.
Beklenen oldu, Suede üçüncü albümü "Coming Up"ta parti havasına girip eğlencenin dozunu artırırken, müzikal kaliteden ödün verdi. Ardından "Head Music" ile müzikal açıdan hızlanıp, kalite açısından iyice düştü. "A New Morning" ile de en kötü işine imza attı.
Geçtiğimiz yıl Bernard Butler ve Brett Anderson'ın ortak projesi “The Tears”, ikiliyi beraber görmemizi sağladı ama görüntüden başka pek bir şey ifade etmedi.
Tabii genç kuşak, Suede'i genellikle son albümleriyle tanıdığı için, Brett Anderson'ın mart ayı sonunda yayınladığı kendi adını taşıyan solo albümünün ses getirmesi pek muhtemel değil.
Öncelikle albüm, Suede albümlerinden çok farklı. Suede'e göre daha basit gitar tonları, önceleri çok sık kullanmadıkları hüzünlü yaylılar, Brett & Bernard ikilisinin vazgeçilmezi piyano, albümde duyduğumuz sesler. Ritimleri de oldukça düşürmüş Brett Anderson. Yalnız olup, düşündüğünü tam olarak uyguladığında, müzikal açıdan sağlam ama satış rakamları muhtemelen düşük kalacak bir albüm çıkarmış ortaya. Çeşitli yerlerde keçi boynuzu yer gibi azar azar eski Suede albümlerinin tadı damağımıza geliyor ama keçi boynuzunu da kim sever ki?
Açılış şarkısı ve ilk single "Love Is Dead", Brett Anderson'ın patlaması gibi. Şarkının nakaratında Brett, "plastic people" derken, gerçekten bunu içten söylediği anlaşılıyor. Zaten albüm de Brett Anderson’ın kendini anlatmaya çalıştığı, samimi şarkılarla dolu. "Dust And Rain" ve "Intimacy", Bernard Butler'sız Suede dönemlerini fazlasıyla anımsatıyor. Basit gitarlar, neşeli, salınıp sallanmalık tonlar ama iç karartıcı sözler kulaklarımızda. "Infinite Kiss" ve geçen sene kaybettiği babası için yazdığı "Song For My Father" albümün kaliteli işlerinden. Özellikle "Song For My Father" benzer tecrübeleri olanlar için oldukça zorlayıcı bir şarkı. Fakat albümdeki tüm şarkılar bir yana "The More We Possess The Less We Own Of Ourselves" bir yana dersek de pek yanılmayız sanıyoruz. Bu parça, “Dog Man Star” albümündeki "The Asphalt World" şarkısından bu yana Brett Anderson'dan çıkan ilk kusursuz yapıt. Albümün kırılganlığının doruk noktası ve yaylıların hüznünün ispatı gibi. Daha önce Suede'den bu tarz bir şarkı da duymadığımız için ilginç de aynı zamanda. "One Lazy Morning", "To The Winter", "Scorpio Rising" ve "Ebony" ise sıradan diğer şarkıları.
Sonuç olarak, eski dinleyiciler için eski günlere dönüş, yeni dinleyiciler içinse pek bir şey ifade etmeyecek bir albüm gibi görünüyor. Uçuk, çılgın şarkı sözlerinden daha gerçekçi hikâyelere dönüş yapan Brett, artık ipek gömlekleri, dar pantolonları, ışıltılı bakışları bir kenara bırakıp aile babası imajı çiziyor. Son zamanlarda kameralara bile bakmıyor küskün beyefendi. Durgunluk dönemine girmiş, büyük bir müzisyenin içten hikâyelerine kulak vermenizi tavsiye ediyoruz.
Bloga özel son;
Brett Anderson için söyleyebileceğimiz son cümle ise "Kafasının üzerinde uçuşan domuzcuklar, pastırma olacaklarını anladılar" olur muhtemelen.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)