Perşembe, Kasım 30, 2006

urban hymns bazlı dert yanımı


bir süredir blogla ilgilenemedim. bikaç planım var kafamda ama. haftasonunu iyi değerlendirmeye çalışıcam. şimdi bakıyorum da bir haftadır hiçbişey yazmamama rağmen günde 25-30 ziyaret oluyor bloga. şaşırıyorum ben. teşekkürler.

bugün işe giderken de dönerken de the verve-urban hymns albümünü dinledim. özellikle akşam otobüste, yoğun trafikte, yorgun argın eve dönerken acaip bir huzur verdi bana. aklımdan şu geçti; the verve'e, jeff buckley'e, radiohead'e nasıl depresif/bunalım müziği diyebiliyor insanlar? hiç edebiyat, felsefe, müzikal eleştirisi vs. amaçlamayıp bodoslama söylemek istiyorum; bu şahısların çıkarttığı bu kadar güzel, uyumlu sesi arka arkaya duyup da bu güzellik yüzünden niye bunalayım ki? hayat için "şöyle berbat, böyle boktan" demek bu kadar güzel yapılabiliyorsa demek ki güzel birşeyler de var ve işte o da kulağımda. bunları dinlerken o kadar güzel bişey yapıyor oluyorum ki bu anda bunalmak yerine anın tadını çıkarmak, rahatlamak, huzurlanmak daha olası, daha gerçek.
ey okuyucu; daha önce serdarcharliebrown'un yazdıklarından tek bir kelimesini bile doğru bulduysan, eğer bir kere olsun "acaba ne demiş?" diye düşündüysen, eğer onun yazdıklarını birşey öğrenmek için okuyorsan sana söyleyebileceği en önemli şeylerden birisi "urban hymns'i dinle" olur. ey okuyucu; urban hymns'i dinle. yapabileceğim en iyi bikaç tavsiyeden biri bu.

Salı, Kasım 21, 2006

süper haber, kula shaker döndü

hiç ummazdım. Crispian Mills ve arkadaşları geri döndü. daha önce bir yazı yazmıştım blogda. huzurlu ölüm yakıştırması yapmıştım ama henüz huzurun doruğuna varamamışlar anlaşılan. son zamanların en önemli durumlarından. mart ayında The Revenge of the King isimli bir ep yayınlamışlar -ki hiç haberim olmamıştı, yeni albüm için de hazırlanmaya devam ediyorlarmış. myspacelerinde iki yeni şarkıları Dictator of the Free World ve Braj Mandala dinlenilmeyi bekliyor. hiç durmayın tavsiye ederim.
yeni şarkılarının listesi de şöyle;

Big Bad Wolf
Die For Love
Super CB operator
Craving Heart
Dictator of the Free World
6ft Down
Troubador
Revenge Of The King
On The Highway
Braj Mandala

Pazartesi, Kasım 20, 2006

iç hesaplaşmalarım. bölüm 2: elliott smith

Image Hosted by ImageShack.us

çok fazla tanımıyorum. ama tanıyan çok fazla insan tanıyorum. sora sora bağdat bulunur tarzı yaklaşımla çok fazla ilgi göstermeden, tek tük dinlediğim birisi elliott smith. şunu yapmış bunu yapmış diye atıp tutamam hakkında. dinleyicisi değil dinleyicilerinin gözlemcisi olarak bişeyler söyleyebilirim ancak. ilk söylemem gereken de inanamadığım. hakkında negatif birşey söyleyen kimseye, hiçbir yazıya, söyleme rastlamadım. tek eleştirilen yanı intiharı. aslında ben uzun süre dinleyemiyorum, bir süre sonra bu kadar şirinliğe dayanamıyorum. yalnız bu şirinlik (ki akustik gitar-piano ikilisi bunu sağlayan) müzikte hakim sadece. lyriclerinde zaten başının belası olan alkol ve uyuşturucu problemi, depresyon hallerine sıkça rastlanıyor.

aslen gitarist. bana sorulacak olursa emsalleri jeff buckley, cat power, belle & sebastian, richard hawley ve belki biraz da badly drawn boy. ama sevenlerinin bu söylemime katılacaklarını sanmıyorum. onu ayrı bir yere koyduklarını çok iyi biliyorum.

hakkında ekstra bilgi olarak söyleyebileceğim şey (-ki böyle bir araştırma hiç yapmadım. o kadar ki bu yazıyı yazarken bile kaç albümü olduğunu bilmiyorum inanın ki), çok fazla dizi ve film için müzik yaptığı. bunlardan en önemlisi de Matt Damon ve Robin Williams'ın oynadığı Gus Van Sant filmi "Good Will Hunting". zaten tanınmaya başlamasının da ilk adımlarından birisi bu.

olur ya hadiseye benim kadar kara cahilseniz eğer pek çok kişiyi ilk kez büyülediği (-ki bu "büyülemek" kelimesinin daha iyi uyabileceği bir yer olduğunu sanmıyorum) Waltz #2 ve kişisel tercihim Clementine'le işe başlanılmasının uygun olduğu kanaatindeyim. ince, yumuşacık sesi, "gülümse, hayat kötü" tarzı müziği ile arkasından ağlanacak insanlar kazanmayı başarmış. çok sevdiğimi söyleyemesem de sevenlerinin haline tanık olduğum için sadece saygı duyabiliyorum o kadar.

2003 yılında 34 yaşında, göğsüne iki bıçak darbesi vurarak intihar etmiş. ne diyebilirim ki? biraz vurdumduymaz olucam; yapmasaymış keşke.

Perşembe, Kasım 16, 2006

iç hesaplaşmalarım. bölüm 1: muse

Image Hosted by ImageShack.us

tamamen kişisel bir yazıdır. takmayınız.

muse ilk çıkışından itibaren hep farketmeden takip ettiğim bir grup oldu. taa ilk albümleri showbiz'den beri. tabi bir hikayem var. bir gece radyoda hakan tamar'ın punk-art'ını dinlerken arka arkaya bir radiohead bir muse, bir radiohead bir muse çalarak bir nevi "muse diye bir grup var ve radiohead'in ilk hallerine çok benziyor" deyip belki de biraz da radioheadçilik oynayan yeni çocuklarla dalga geçmişti. grup da zaten yakın zaman sonra oldukça tanınır olmuştu. showbiz'de gerçekten de pablo honey ve the bends'den fazla fazla esinlenilmiş. tek dinleyişte bile vokal ve akustik gitar benzerliklerini farketmek güç değil. matt bellamy'nin bir lafı var, şöyle ki; "küçük bir kasabada radiohead dinleyerek büyümüş insanlarız. benim hayatım creep'i dinlediğim gün kaydı, elbette sesimi onun gibi eğitmeye çalıştım, çünkü onun gibi söylemek istiyordum." zaten showbiz'in prodüktörü de pablo honey'nin yapımcısı. yeni bir grubun bu şekilde olması gayet normal. fakat bir radioheadsever için muse'un bu tavırları sonrasında onları ciddiye alması beklenemez. haliyle aynı durum bende de başgösterdi. onları hep "hadi bağırıp çağırılan, bangır bangır gitarlı birşeyler dinleyeyim" dediğim zamanlar kulağıma taktım. onları açık açık küçük gördüm hep.

2. albüm origin of symmetry çıktığında hiç umursamamıştım. açıkçası new born'u bile klibinin dönmeye başlamasından haftalar sonra ilk kez izlemiştim. tüm albümü dinlediğimde de özellikle bliss ve uzay efektli türevi şarkıları midemi bulandırmıştı. akustik gitarlar da elden bırakılmıştı. kızgın radiohead. fakat uzay takıntısı biraz tarz belirleme çalışmaları gibiydi. iğrenç bir tarz ama.

absolution'ı merak ediyordum. aslında uzay takıntısı devam edecek mi, showbiz'deki kasvet yeniden kurulabilmiş mi diye merak ediyordum belki de. uzay hadisesi baş göstermeye devam etse de yarattığı atmosfer açısından pek karamsarlık hissi uyandırmıyor albüm. itiraf edeyim ki oldukça fazla dinledim. ama albümün tamamına sadece TSP ve stockholm syndrome'u dinlemek için mi katlandım diye de düşünmeden edemiyorum.

black holes and revelations daha yayınlanmadan önce supermassive black hole herkesi hayrete düşürdü. dance-rock ritmleri muse'un hiç denemediği birşeydi zira. muse'un bu durumunu yine radiohead olma çabalarına yormuştum. "tarz değiştiriyor gibi yapalım" çalışmaları. "onlar elektroniğe kaydı, biz de dansa kayalım" düşüncesi/ithamı. ama bu düşünce kısa sürdü. tüm albüm dinlendiği zaman muse'un yeniden birsürü blissimsi şarkı kaydettiği açık seçik ortada. belli ki sadece supermassive black hole ve starlight için birtakım yeni şeyler denemeye çalışmışlar. albüm sanırım en sevmediğim albümleri durumunda. zaten genel olarak albümlerini seviyorum diyemiyorum ki.

hmmm şu sıralar birşeyler değişmeye başladı ama aklımda. rock'n coke 2006 performansları tabi ki etken. 2005 brit awards en iyi sahne performansı ödülü sahibiler. ama canlı canlı görmedikten sonra bu ödül insana pek birşey ifade etmiyor açıkçası. fakat gördükten sonra da "muse çok b*ktan bir grup" lafını etmek için gereğinden fazlaca yüzsüz olmak gerek. tamam belki biraz yüzsüz olabilirim ama "albümleri o kadar önemli değil fakat dalga geçilmemesi gereken bir grup" demem gerektiğini düşünüyorum artık. çok hoşuma gitmiyorlar ama dalga geçilmeyi de asla haketmiyorlar. galiba muse gözümde sınıf atladı. ama hala küçük sınıflardalar.

birşey daha; hala showbiz şarkısının sonundaki solosunda gitarlarla beraber matt bellamy de bağırıyor mu anlayabilmiş değilim. üzgünüm.

Perşembe, Kasım 09, 2006

ağır abi iş başında. grinderman


nick cave abimizin sözüne güvenmeyeceksek kime güvenicez? buyurun the modern way'e. yeni haber nick cave'in yeni albüm projesi.

Cuma, Kasım 03, 2006

blackbud'dan yeniler

hızlı üreten gruplar geç tüketilir... sanırım. ve ya bilmiyorum diyeyim. blackbud'ın albümü dışında başka bir çok materyaline ulaşmak mümkün. en son olarak
myspacelerinde iki yeni şarkı koymuşlar. henüz 3-4 günlük. so it seems (download edilebilir durumda) ve golden girl'ün demosunu dinlemenizi öneririm. ben hala habire blackbud dinliyorum. bakalım nereye kadar gidecek.

Perşembe, Kasım 02, 2006

28 ekim cumartesi mogwai geçti gitti

yeni melek'teki konserdeydim. güzel şeyler oldu o gece. kaçıranlar bişeyler kaçırdıklarının farkındadırlar elbette. bakın bence neleri kaçırdılar:

kafabindünya
istanbul'lular gayet iyi bilirler aslında onları. post rock, experimental grubumuz kafabindünya saat 10 sularında sahneye çıktı. pek fazla kalabalık değildi salon ama neler kaçırdıklarını bilmiyorlar. 11 kasım gecesi peyote'deler. hala dinlemeyen varsa bugüne kadar neler kaçırdıklarını görebilirler. söyleyecek fazla birşeyim yok onlarla ilgili. çok güzel bir başlangıçtı gece için.

Image Hosted by ImageShack.us


replikas
şeyy nasıl söylesem bilmiyorum ki. replikas'ın en gereksiz gruplardan olduğunu düşünüyordum hep. rock'n coke 2005 performanslarını izlemiştim ve hiç beğenmemiştim. sanırım haklıymışım. film müziği yapmaya devam etsinler. ama bence sadece öyle yapsınlar. çok sıkıldım çok. susayım ben. hiç yazasım yok nedense.

Image Hosted by ImageShack.us


mogwai

Image Hosted by ImageShack.us

herşey güzel başladı. önlerdeydim. 2ye 2lik bir abi vardı önümde ama çok da kapatmadı görüş açımı. memnundum. sahneye izleyici yaklaştırmama görevi almış korumalar. fakat şarkı listesinin fotoğrafını çekmeme izin verdiler neyse ki. sonra beyler sahneye geldiler ve gitarlara sarıldılar hemen. shoegazer olmak kolay iş değil. sanki biz orada değilmişiz gibi davrandılar (bir süreliğine). gitaristlerinin (sanırım adı Barry Burns olan o) giydiği arab strap tişörtü hemen dikkat çekti tabi.başka şeyler de var hemen dikkatimi çeken aslında. baterideki yeşil-beyaz celtic(glasgow takımı olur kendisi) atkısı, klavyedeki oyuncak bebek kafası, grup üyelerinin miller organizasyonunda sahnede efes bira içmeleri ve tonmaister dede. özellikle dede pek bir eğleniyordu.

enstrümantel müzik yapan grupların konserleri için hep acaba albümdeki gibi çalabilecekler mi endişesi olur ama mogwai bu durumu aşmış. şarkıların patlama anları kulak zarlarını zorluyor belki fakat kulak zarının zorlanmasının keyfi de bir başka güzel tabi ki. aslında konser sırasında şöyle bir düşüncem vardı; burada öleceksem eğer; kalabalıktan ölmem, sahne dumanı kokusuz ama bronşit şoku diye birşey varsa bundan ölebilirim belki, hiçbiri olmazsa yüksek sesten ölebilirim ama ama bundan memnun kalırdım sanırım. ölmedim. ışık şovları için organizasyon yetkililerine teşekkür etmek gerekli ama hiçbirinin bunu okuyacağını sanmıyorum. o yüzden gerek yok.

mogwai aslında biz orada yokmuşuz gibi davrandı fakat bu sadece muhabbet açısından böyleydi. grubun poz vermeyi çok sevdiği izlenimi edindim. çoğu şarkıda -özellikle patlama anları öncesinde, "hazır olun, geliyor" duruşları vardı bütün üyelerde. yalnız asla beşini birden tek fotoğraf karesine sıkıştıramadım, ona yanıyorum. bislerinde helicon 1 ve we're no here çalarak sahneden bence oldukça gereksiz ses kalabalığıyla ayrıldılar.


vokalleri yapan gitarist klavyeci Stuart Braithwaite'in sesini pek duyamadığımı ve iki elektrogitaristin de harika olduğunu söyleyip bitireyim.


Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Cuma, Ekim 13, 2006

neon'u izledim de. ondan.



eskişhir'de hava soğuk, yağmurlu ve ben de ateşli hastaydım. ama carpe diem'de neon'un çaldığını bilip de evde yorgan altında oturmak hiç içime sinmedi. grubu myspace'ten takip ediyordum, istanbul'da izlemek nasip olmamıştı. ama kısmet bu geceyeymiş.

repertuarları punk rock, alternatif tarzı kendi şarkıları ağırlıklı. rem(adını bilmiyorum valla şimdi), u2 (vertigo), radiohead (paranoid android), supergrass(alright), morrissey( there is a light that never goes out) ve pixies (the holiday song) coverlarıyla da süslediler programlarını. bikaç da bilmediğim şey çaldılar itiraf ediyorum. sahne duruşları pek bir hoşuma gitti. albümleri yok ama bir albümü dolduracak kadar çok sayıdaki şarkılarını sahnede çalarak sadece cover grubu olmadıklarını ve haliyle bar grubu olarak kalmayacaklarını da çok güzel gösterdiler. tek sorun carpe diem'in küçücük sahnesiydi. şarkılarının birisi (adını söylemediler malesef) için bir dansları olduğu söyledi solist-gitarist bey fakat sahnenin darlığı yüzünden bunu göremedik. artık balans, peyoteye veya crimsonda kısmet olur inşallah. 25 ekimde 2006 BALANS MUSIC HALL, 3 kasımda PEYOTE ve 22 kasımda CRIMSON'da çalacaklarmış.
son şarkı olarak çaldıkları "keşke"nin sonunda gitaristin gitarıyla öpüşme şovu görülmeye değerdi. umarın bunu yapmaya devam eder.
şimdilik haklarında çok çok ayrıntılı bilgi sahibi değili ama onlarla ilgili güzel bir planın ilk görüşmelerini de yapmış oldum bu gece. yani ayrıntılar daha sonra.
myspacelerinden şarkılarını dinleyedurun bence siz de("anlamsız", "neon ışıkları", "ölüm ve zafer" ve "boşvermek lazım" mevcut orada). bi de yine oradan indirdiğim şarkıları "boşvermek lazım"ı sunmamda bir sakınca yoktur sanırım.

neon - boşvermek lazım

Herkes Silahını Seçsin. The Good The Bad And The Queen

Image Hosted by ImageShack.us

beklediğim fırsat sonunda geldi. damon albarn'ın yeni grubu The Good The Bad And The Queen'in ilk şarkısını buldum. konunun tamamı ve upload adresi için the modern way'e buyurun: Herkes Silahını Seçsin. The Good The Bad And The Queen

Salı, Eylül 26, 2006

ara verme mecburiyeti


şeyyy bir süre ara vermek zorundayım yazmaya. evimi taşıyorum yarın. yeni eve adsl ne zaman bağlanır bilmiyorum ama en fazla 2 hafta sürer. bağlanana kadar internetsiz bilgisayarda uzun süredir yazmayı düşündüğüm 3 yazıya da fırsat bulmuş olucam. sürpriz olsun söylemem. görüşürüz hadi.

the verve

Image Hosted by ImageShack.us

90'ların başında brit-pop en harika günlerini yaşıyordu. suede'ler, oasis'ler, blur'ler, the auteurs'ler dört nala gidiyordu. ama 90'ların ikinci yarısı ve 2000lerin başı aslında onların tarzıyla sarsılacaktı. psychedelic, alternative rock ya da brit pop ne derseniz deyin. the verve.

bir iyi vokal bir de iyi gitaristiniz varsa başarılı için ihtiyacınız olan az şey kalıyor geriye. bunlardan bir tanesi kesinlikle şanslı olmak. işte belki de the verve'ün tek takıldığı nokta bu oluyor. ilk iki albümleri A Storm in Heaven (1993) ve A Northern Soul (1995) ingiltere'de en büyük brit pop çılgınlığının yaşandığı anlara denk geliyor ve onların daha ağırbaşlı halleri diğer gruplara nazaran biraz daha sönük kalmalarına neden oluyor. ama bu demek değil ki silik, umursanmayan bir gruptular. pulp, new order ve nick cave'in de sönük kaldığını söyleyelim ki durum anlaşılsın. özellikle "A Northern Soul"den "history"nin "the drugs don't work" ya da "bitter sweet symphony"den eksik kalır yanı yok. sadece doğru zamanda doğru yerde olamamış o kadar.

mad richard (richard ashcroft)'ın uyuşturucu problemleri -ki uzun bir süre aşırı dozdan komada kalması hadisesi var, gitarist Nick McCabe (gruba soundunu kazandıran temel taş kesinlikle oydu) gruptan ayrılması the verve'ün tamamen dağıldığı haberlerini beraberinde getirdi. (bu süre içinde gitarist olarak suede'den henüz ayrılmış olan bernard butler birkaç stüdyo çalışmasına katıldı ama gruba dahil olmadı)

efsane böyle bitti dersek gülerler tabi ki. richard ashcroft lucky man'de der ki;" ben şanslı bir adamım, ellerimde ateş var." doğru zaman gelmişti ve ateş kendini gösterdi. the verve hiç kimsenin beklemediği şekilde tekrar birleşip aslında sadece daha önce de yaptıkları müziği yaptılar. Urban Hymns (1997) Pitchfork Media'dan 8.9 not aldı, Q dergisi tarafından 1998 yazarları tarafından gelmiş geçmiş en iyi 18. albüm, 2006 yazarları tarafından gelmiş geçmiş en iyi 16. albüm seçildi. 1998 mercury prize'a aday oldu (gomez-bring it on'a kaptırdı). "the drugs don't work" ingiltere listelerine 1 numaradan girdi.

Urban Hymns'i bu kadar kısa geçemem tabi ki. bütün şarkılarını beğendiğim birkaç albümden birisi. The Rolling Stones şarkısı "The Last Time"ın sampleı kullanılarak hazırlanan, opel'in reklam jingleı Bitter Sweet Symphony ile mükemmel bir açılışı var albümün. klibini de unutmamak lazım. massive attack-unfinished sympathy klibine gönderme nitelikli klipte çatık kaşlı kara delikanlı, 2 boyutlu kemik adam deli richard'ı önüne gelene omuz atarak yürüyüşünü bilmeyen yoktur. (wikipedia sağolsun google map'te klibin başlangıç noktasını göstermiş.
bakın ) daha sonra arka arkaya Sonnet, The Rolling People ve tabii ki The Drugs Don't Work üçlüsü tek başlarına bir albüm kurtarabilecek düzeyde. The Drugs Don't Work'ü Richard Ashcroft'un uyuşturuculara mı yoksa medikal ilaçlara mı gönderme yaptığı düşünüledursun,... pfff o şarkı için diyecek başka birşey bulmaya çalışmak istemiyorum. "mükemmel". "ilaçlar işe yaramaz, sadece seni daha kötü yaparlar, ama senin yüzünü tekrar göreceğimi biliyorum" umut ve heves yaşama nedenidir.
albüme tempo katan iki parça Come On ve This Time'da adından bahsetmeden geçilmeyecek şarkılar. ikisinde de özellikle Nick McCabe'in gitarlarda ne haltlar karıştırdığına dikkat edilmesi gerek. bir "mükemmel" daha.

böyle büyük bir geri dönüşün ardından yeniden dağıldı ama the verve. kendilerini 90ların başında pek takmayanların ağzının payını verip 1999'da her biri kendi yoluna gitti. Richard Ashcroft 3 solo albüm yayınladı (bunlara şimdi dalmak istemiyorum), Spiritualized keyboardcusu Kate Radley ile evlenip 2 de çocuk yaptı. Nick McCabe bir takım prodüktörlüklerle meşgul. Simon Tong da Damon Albarn'la beraber "The Good The Bad And The Queen" kadrosunda yer alıyor.

Richard Ashcroft'un Noel Gallagher (oasis) ve Chris Martin (coldplay)'le yakın dostluğunu da laf arasına sıkıştırayım ve bitireyim. kapanışa o kadar bahsettiğim Bitter Sweet Symphony en iyi gider bence.


Cuma, Eylül 22, 2006

mc almont & bernard butler konserciği

blogun en önemli adamı bernard butler'la ilgili bir konu. herkes pür dikkat kesilsin lütfen.
daha önce David Mc Almont ve Bernard Butler'ın yeni singleları speed'in 7 ağustosta yayınlandığını haber vermiştim. hala şarkının mp3ünü bulamamama rağmen
myspace ve youtube şimdilik ihtiyacı gideriyor. youtube ayrıca yine bir güzellik hazırlamış bizim için. 21 ağustos gecesi Londra Jazz Cafe'de verdikleri konserciğin tüm şarkılarını sunmuş bize. işte en çok istediğim şeylerden bir tanesi bir gün istanbul'a da aynen bu şekilde gelip konser vermeleri. biliyorum bu konu çoğunuzun ve hatta belki de hiçbirinizin umurunda olmayacak. ama benim için blogda bu güne kadarki en önemli konulardan birisi. buyurun isterseniz.

speed


falling


tonight


goodbye


yes

Perşembe, Eylül 21, 2006

bir haber ve arkasından the longcut linki

bir durum var. dünkü bir teklif sonrasında the modern way yazar ekibindeyim. uzun süredir takip ettiğim ve gerçekten özel bir indie blogu. muhtemelen çoğunuz canınızı sıkmak istemem'i de orası sayesinde öğrendiniz. tabii ki burayı bırakmak gibi bir niyetim yok. oradaki yazılarımın linklerini burada vericem. hala the modern way'den bihaber olan varsa da artık sık kullanılanlarına eklese iyi olur. neyse haber buydu.


the longcut'ı da okumak isteyeceğinizi umuyorum. buyurun.

Çarşamba, Eylül 20, 2006

blackbud - forever

bir işe başladıysam devam edeyim. tam gaz blackbud. 16 ekimde "forever"'ın singleını yayınlayacağını açıkladı. yeni kliplerini de bu şarkıya çekmişler. buyurun izleyin. ben hala sürekli blackbud dinlemeye devam ediyorum. neyse bakalım.

sonra radiohead... yeni.


radiodread albümünü radiohead dosyama yerleştirirken yaklaşık 2 ay önce indirdiğim konser kayıtlarını görünce neden daha önce blogda vermedim bunları diye kızdım kendime. 29-30 haziran akşamları Los Angeles Greek Theatre'da verdikleri konserlerden yeni şarkıları upload ettim. liste şöyle:
radiohead-15 step
radiohead-arpeggi
radiohead - bodysnatchers
radiohead - nude
radiohead - all i need
radiohead - bangers and mash
radiohead - down is the new up

ve 27.06.2006 San Diego konserlerinin de (ufo görüldüğü iddia edilen) tamamını upload ettim. 154 MB. biraz fazla evet.
radiohead-27.06.2006-San Diego
şarkı listesi:
01 Airbag
02 The National Anthem
03 Where I End And You Begin
04 15 Step
05 Exit Music (For A Film)
06 Bodysnatchers
07 My Iron Lung
08 Go Slowly
09 Videotape
10 I Might Be Wrong
11 Climbing Up The Walls
12 All I Need
13 Pyramid Song
14 Spooks
15 Idioteque
16 Myxomatosis
17 Bangers 'n Mash
18 Bones
19 Like Spinning Plates
20 A Wolf At The Door
21 Down Is The New Up
22 Fake Plastic Trees
23 Nude
24 Everything In Its Right Place


buyurun efendim biraz radiohead dinleyelim. yeni albüm seneye yaz aylarında geliyor. albüm çıkana kadar da yeni turneye çıkmayacaklarmış.

önce radiodread... yeni.

shoutboxta haberini vermiştim. Easy Star Records marifeti RADIODREAD: A Complete Reggae Version Of OK Computer ağustos ortasında yayınlanmıştı. gün itibariyle albüm elime geçti sonunda. albümün vokalleri şöyle:

Airbag (featuring Horace Andy)
Paranoid Android (featuring Kirsty Rock)
Subterranean Homesick Alien (featuring Junior Jazz)
Exit Music (For a Film) (featuring Sugar Minott)
Let Down (featuring Toots & the Maytals)
Karma Police (featuring Citizen Cope)
Fitter Happier (featuring Menny More)
Electioneering (featuring Morgan Heritage)
Climbing Up the Walls (featuring Tamar-kali)
No Surprises (featuring The Meditations)
Lucky (featuring Frankie Paul)
The Tourist (featuring Israel Vibration)
Exit Music (For A Dub)
An Airbag Saved My Dub

massive attack'le pek çok kez çalışan horace andy amca dikkatinizi çekmiştir umarım.
işin içinde ok computer varsa kötü birşey çıkmayacağı kesin. beklediğimden çok daha güzel olmuş. belki bir ara sıkılır gibi oldum ama her şarkı başlangıcında acaba bu nasıl olmuş diye merak etmek çok eğlenceli. ayrıca her şarkıda kahkaha attım bunu da böyle mi yapmışlar diye. airbag ve climbing up the walls özellikle harika. paranoid android'i hiç beğenmedim ama. şunu da demeden geçmeyeyim ki; tabi ki hiçbirisi orjinaline yaklaşamamış coverlar. yine de ok computer'ü 1 kere bile dinlediyseniz bunu da mutlaka dinlemelisiniz. buyurun.

easystar all stars - radiodread