Pazartesi, Temmuz 31, 2006

radiohead - the hitchhiker's guide to the galaxy - paranoid android üçgeni

Image Hosted by ImageShack.us

marvin the paranoid android. douglas adams 'ın 5+1 kitaplık dizisi the hitchhikers guide to the galaxy 'de sirius sibernetik şirketi tarafından üretilen ilk gerçek insan kişiliğine sahip robotun adı. radiohead'in paranoid android'i neredeyse tamamen bu kitap üzerine kurulu. pek çok söz kitaptan alınma. şimdilik sadece şarkı sözlerini konuşucaz. marvin incelemesi daha sonra. hatta bir ara klibi de konuşucaz.


  • "please could you stop the noise, i'm trying to get some rest" (lütfen şu sesi keser misiniz, dinlenmeye çalışıyorum) arthur dent'in gürültülere uyanması sonrası ettiği cümledir.
  • "i may be paranoid, but not an android" (paranoyak olabilirim ama android değilim) marvin'in ruh hali. insan kişiliğine sahip olduğu ve diğer robotlar gibi olmadığı için kendisini robot olarak kabul etmez.
  • "when i am king, you will be first against the wall" (ben kral olduğumda ilk kurşuna dizilecek kişi sensin) otostopçunun galaksi rehberinde sirius sibernetik şirketi için kullanılan tabir budur.
  • "ambition makes you look pretty ugly" (hırs çok çirkin gösteriyor seni) galaksi başkanı zaphod beeblebrox'un Magrathea gezegenini yağmalamak istediğini söylediğinde ford prefect tarafından sarfedilen cümle.
  • "why don't you remember my name?" (neden hatırlamıyorsun adımı?) zaphod'un arthur dent'in adını sürekli olarak unutup ona dünyalı yada maymun adam demesinden sıkılan arthur'un kelimeleri."off with his head man, i guess he does" (kesin şunun kafasını, sanırım hatırlıyor) de çift kafalı zaphod'un kafalarından birinin kesilmesiyle ilişkili.
  • "rain down, come on rain down on me, from a great height" (yağın üstüme, hadi yağın üstüme büyük bir yükseklikten) sonsuz ihtimalsizlik motorunun ürünü olarak birdenbire gökyüzünde beliren ispermeçet balinasının düşerken aslında yeryüzünün kendine geldiğini sanmasıyla ettiği laf.
  • "the panic" (paniğe kapılmak) otostopçunun galaksi rehberinin kapağında büyük harflerle "don't panic" yazar.
  • "god loves his children" (tanrı çocuklarını sever) "tanrının yarattıklarına son mesajı"nı okumak için çıkılan yolculuğa göndermedir. (paniğe kapılmayın. mesaj bu değil )

primal scream - riot city blues

dinledim sonunda.

80'lerde ve 90'larda hep "var" olan primal scream, bobby gillespie önderliğinde 2000'lerde de "var". fakat "riot city blues" ile 2000'lerdeki elektronik alt yapılı soundlarından biraz uzaklaşmışlar. 2000 çıkışlı muhteşem XTRMNTR ve 2002 çıkışlı Evil Heat'teki disko havası yerini yer yer country ezgileriyle süslenmiş rock'n rolla bırakmış (tıpkı ilk günlerindeki gibi). konuk sanatçılar olarak da bu tarza ayak uydurabilecek isimler; alison mosshart (the kills), will sergeant (echo & the bunnymen) ve warren ellis (nick cave & the bad seeds) var.

ilk dinleyiş her zamanki gibi heyecanlı olsa da bir süre sonra oldukça sıradan gelmeye başlıyor şarkılar. yine de primal scream adıyla bile yetecek olmasından dolayı dinlemeye değer.

Pazar, Temmuz 30, 2006

dikkat! blackbud çok iyi geliyor.


2002 yılında kurulan grubun albümü henüz olmasa bile (yarın bu cümleyi kuramıyor olucam) 2004 yılı Glastonbury festivali ve çeşitli bar performansları adlarının duyulmasını sağlamış. şu an için elimizden gelen tek şey yine youtube'a başvurmak. bunları izleyip hendrixvari sololarına da hayran kalmamak mümkün değil. çok sağlam geliyorlar çok.

  • Blackbud at the Sugar Mill, Stoke on Trent

  • Blackbud at the Bell, Devizes

  • Blackbud at the Louisiana, Bristol

  • Blackbud - Barefoot Dancing

  • Blackbud at the Black Cat, Bradford on Avon
  • Cumartesi, Temmuz 29, 2006

    blackbud

    kısa günden yanıma kar kalan en önemli şey blackbud. çok uzun süredir hiç ilk dinleyişte bu kadar etkilendiğim bir grup olmamıştı.


    Joe Taylor (Gitar, vokal), Sam Nadel (bateri), Adam Newton (bas) üçlüsünden oluşuyor grup. ingiltere wilthshire çıkışlılar.

    kısacık bir discographyleri var. 2005 çıkışlı iki ep "the livewire" ve "the heartbeat"in ardından debut albümleri "from the sky" 31 temmuzda yayınlanacak. ayrıca gomez, travis ve embrace'in de plak şirketi independiente records'tan çıkacak ki bu albüm bu da iyi bir işaret.

    vokalist joe taylor'ın sesi ilk etkiyi sağlıyor. bu yakıştırmayı yapmaktan hoşlanmamama rağmen (adını anmaktan şeref duyuyorum) jeff buckley'i andırmıyor demek gerçekten mümkün değil. ayrıca her hallerinden radiohead dinleyerek büyümüş çocuklar oldukları belli. güzel gitar soloları ve melankolik atmosferli şarkılara sahipler -ki son zamanlarda bu kadar iyisini duymamıştım. çok sağlam bir indie-rock grubu geliyor. dikkat lütfen. inanın değecek.

    ilk şok "heartbeat" ve "the skeleton key" filmi soundtrackinden "barefoot dancing"i dinlemenizi tavsiye ederim. buyurun;


  • heartbeat

  • barefoot dancing
  • Perşembe, Temmuz 27, 2006

    marion - miyako hideaway

    kıymetlimiz youtube bize marion miyako-hideaway klibini de bağışladı. jaime harding'i hareketli görme keyfini yaşayın. buyurun.

    Marion


    sonra da keyfi biraz daha arttırmak için bu linklere tıklayın.

  • Marion “Sleep” Promo video

  • Marion "Time" Promo video

  • Marion "Let's All Go Together" promo video

  • Marion "Live at The Forum"

  • Marion "Sleep" Live@The forum 29/5/95
  • Salı, Temmuz 25, 2006

    four tet


    "sözlerle aldanacak olsaydım açar şiir okurdum." Four Tet için söylenebilecek en güzel cümlenin bu olduğunu düşündüm (neden ihtiyaç duyduysam cümleye!). vokale gerek kalmadan ne demek istediğini çok güzel anlatabiliyor Kieran Hebden bilgisayarı ve dj setiyle.

    2003te Radiohead'le çıktığı avrupa turnesinden sonra sesini iyice duyurdu. ayrıca Madvillain, Bloc Party, Super Furry Animals, Beth Orton, Badly Drawn Boy, The Notwist, Boom Bip, Kings of Convenience ve Radiohead gibi grupların remixleriyle de ilgilendi.

    hip-hop, electronik, techno, jazz ve folk müzik tınılarını harmanlayıp çıkardığı 4 albüme aklınıza gelebilecek her türlü duyguyu sıkıştırmış. pfff daha fazla konuşmanın ne gereği var ki.

    discography
    dialogue (1999)
    pause (2001)
    rounds (2003)
    everything ecstatic ( 2005)

    Pazartesi, Temmuz 24, 2006

    bernard butler

    tam ordaydım. hayatımın en güzel anı.



    "gitarist aranıyor , müzik tanrısı ya da yetenek önemli değil heyacan yeter the smiths, bowie, pet shop boys tarzında". 90'ların başında tam da indie müziğin öldüğünün düşünüldüğü zamanlarda böyle ufacık bir ilan birsürü şeyi başlattı. teşekkürler brett anderson.

    bernard butler. suede'in eski gitaristi. suede, dog man star albümleri ve sci-fi lullebies (my insatiable one, to the birds, where the pigs don't fly, he's dead, the big time, high rising, the living dead, my dark star, killing of a flashboy, whipsnade, modern boys'u o çaldı) b-sideında çaldı. suede'in hiç kuşkusuz en iyi dönemleri onun zamanlarındaydı. 1994'te anlaşmazlıklar nedeniyle grubu terketmesinden sonra brett anderson hiç bir zaman eskisi gibi mikrofonuyla haşır neşir olamadı. çünkü asla bernard kadar iyi solo gitaristi bulamazdı. bulamadı da. suede konusuyla daha sonra ilgilenicem ama bernard'ın müzik kariyeri anlatılırken sadece bikaç kelimelik suede anlatmak yine de az görünüyor. en iyisi görerek anlamak. buyurun love and poison dvd'si he's dead kaydı. brett-bernard ikilisinin en mükemmel hallerinden biri;

    Love & Poison - He's Dead


    tabi suede'ten sonra boşta duracak hali yoktu. önce "All About Eve" solisti Julianne Regan'la grup denemesi başarılı olmadı. 1997'de ise müthiş bir beraberlik direkten döndü. Nick Mc Cabe'in The Verve'den ayrılmasından sonra kısa bir süre Richard Ashcroft'la beraber stüdyoya girdi ama malesef devamı gelmedi. belki de müthiş bir gruptan olduk. ama belki de daha müthiş bir birlikteliğin sahibi olduk.

    vokalist David Mc Almont'la beraber 1996'da "The Sound of McAlmont & Butler", 2002'de de "Bring It Back" isimli iki albüm yayınladılar. bu birlikteliğin düetten daha öte grup olmaya doğru gittiği de son derece aşikar. tıpkı kendilerinin de dediği gibi. iki albümden de şarkı seçip bu diğerlerinden daha iyi demek o kadar zor ki. tek yapılacak şey iki albümü de baştan sona dinlemek. inanın bir saniye bile sıkılmaya müsade etmiyor her ikisi de. zaten butler'ın gitarının en önemli özelliği de bu sanırım. şarkının her yerinde gitardan ses gelmesini durup beklemek yerine onu her an çalıyor olmak. yeni albüm hazırlıkları da şu sıralar sürüyor.

    bernard butler'ın kariyeri sadece gruplardan ibaret değil. 2 tane de solo albümü var. people move on (1998) ve friends and lovers (2000). özellikle aşk şarkılarıyla bezenmiş albümlerinde butler'ın en sevdiği iş olan gitar soloları tabi ki en geniş yeri tutuyor. albümlerin en çok eleştirilen kısmıysa kesinlikle butler'ın sesi. çatallı ve ince bir sesi var. kendi şarkılarına çok yakışan bir ses olmasına rağmen hiç şüphesiz gitarist olması ön yargıyı da beraberinde getiriyor. ama bir gitaristin sesini yorumlamak ne kadar doğrudur tartışılır. (ben tartışmam ama. abestir deyip geçerim. ve geçtim)

    konu bernard butler olunca "müthiş beraberlik"lerden daha bol bişey sadece gitar soloları aslında. o konuya da sonra giricem ama önce anlatılacak bikaç müthiş beraberlik daha var. bunlardan birisi "booth and the bad angel" albümü.

    Image Hosted by ImageShack.us

    james'in alamet-i farikası Tim Booth, karanlıklar lordu Angelo Badalamenti ve bernard butler'ın adını birlikte anmak bile tüyleri ürpertirken karşımıza "booth and the bad angel"ın çıkması mucize gibi birşey. "dance of the bad angels","life gets better" veya "butterfly's dream" tek başlarına sıradan bir albümü bile yüceltecek durumda. ama böyle bir üçlü için gayet mantıklı bir durum bu. butler albümde i believe, hit parade, heart ve butterfly's dream'de gitar, stranger'da gitar, bas ve piano, old ways'de de piano çalmış diğer şarkıların da prodüksüyonuyla ilgilenmiş.


    sırada the venus in furs var. "velvet goldmine" soundtracki için kurulmuş küçücük fıçıcık ama içi yeterince dolu grupçuk. radiohead dimaları thom yorke ve johnny greenwood, roxy music saksafoncusu andy mackay ve basçı paul kimble'la beraber 2hb, ladytorn, babies on fire ve bitter-sweet'te çalmış bu albüm için butler. filmi seyredenler bilir. en etkileyici sahnelerden birinde brian slade ve kurt wild sahnede babies on fire'ı çalmaktadırlar. aslında bunu bernard butler ve johnny greenwood'un beraber çaldığını düşününce butlersever bir radyokafanın ne halde olabileceği düşünün lütfen. o düşündüğünüzü allah size de nasip etsin inşallah.

    bunlar dışında Edwyn Collins'in albümlerinin prodüktörlüğüyle beraber bazı şarkıların gitarlarını da çalmış. Aimee Mann, Bert Jansch, The Veils, Frank McCourt, Eddi Reader ve Neneh Cherry'nin albüm prodüktörlüğüyle ilgilenmiş. ayrıca The Libertines'in "what a waster" isimli single'ının prodüktörü. güzel çocuk Pete Doherty'i bulup çıkardı demek gibi birşey bu da. bide Sophie Ellis Eextor'ın "shoot from the hip (2003)" albümünde gitar ve keyboard çalmış.Sparks, The Cranberries, Paul Weller, Teenage Fanclub ve The Manic Street Preachers ile birlikte de bazı konserlerde konuk olarak çalmış. sparks'la televizyon şovu için çaldıkları "this town ain't big enough for both of us", manics'le çaldığı "stay with me" ve "motorcycle emptiness" videolarını izleyiniz;

    Manics - Stay With Me (with Bernard Butler)


    Manics - Motorcycle Emptiness (with Bernard Butler )



    Sparks
    Video sent by serdarcharliebrown


    sinema macerası sadece velvet goldmine ile sınırlı değil. Mike Barker 'in yönettiği, John Hannah ve Jason Flemyng'in başrol oynadıkları 1997 yılı yapımı "the james gang (aile çetesi)" isimli filmin müziklerini yapmış. davullarda Steve White (paul weller (the jam)'in grubu the style council davulcusu. oasis davulcusu alan white'ın da abisidir kendileri) ve mızıkasıyla da Johnny Marr (the smiths..malum) kendisine eşlik etmiş.


    ve tabi ki The Tears. 2005 yılında süper bir haber aldık ve brett-bernard ikilisinin küslüklerini sona erdirdiklerini öğrendik. "here come the tears" albümleri belki doyurmadı ama sadece ikisinin tekrar birlikte olduğunu görmek bile yetti. ayrıca bunu tam anlamıyla rock'n coke 2005'te "gördük". konser bernard butler açısından incelendiğinde kendilerini pek de umursamayan seyirciyi bir gitaristin nasıl canlandırabileceğinin dersini verdi. sahnede yapamadığı tek şey ise havaya attığı su şişesini tekmeleyememekti. konser performanslarındaki aşırı uzun ama insanı kendinden geçiren mükemmel gitar sololarını görmedik biz ama bu onun en önemli efsanelerinden birisi.

    son derece fanatik bir the smiths hayranıdır. vejetaryan olması morrissey'den etkilenmemidir bilinmez ama akıl hocası olarak Johnny Marr 'ı tercih etmiştir. lakabı bernie'dir. evlidir ve zamanında küs olduğu hiçbir suede üyesini düğününe çağırmamıştır. son olarak johnny marr ve bert jansch'le düetlerini izleyip belgeselimsi yazıyı bitirelim.


    Bert Jansch with Bernard Butler & Johnny Marr - River Bank

    Cumartesi, Temmuz 22, 2006

    jeff buckley, grace, forget her

    Image Hosted by ImageShack.us

    gözümü açmak bile istemiyorum. grace'i açtım dinliyorum. onunelinden çıkan tek albüm. jeff buckley hakkında yazmak ne kadar zor bişeymiş meğer. denemeliyim.

    bu bir istek değil refleks gibi birşey muhtemelen. ya da bir ihtiyaç. bilmiyorum. mojo pin ve grace sırasında zaten sadece bunu neden yaptığımızı anlamaya çalışmakla geçiyor. biradan bir yudum aldığınızda last goodbye'ın başlaması ne kadar garip bi duygudur. "this is our last goodbye,i hate to feel the love between us die but it's over" tek yudumda çarpılıp sarhoş olmanın en kolay yolu. tam ihtiyacınız olan şey oluyor bu bazen. baş ağrısı gidiyor. lilac wine zaten ne zaman geçti gitti anlamadık bile. ta ki so real'da michel tighe gitarı patlatınca ayılıyorsunuz. ayılmaya pişman olmamak elde değil. arkasından gelen cümle "i love you, but i'm afraid to love you". bunun basit bi cümle olduğunu düşünmenin jeff buckley dinlemekle çelişmek olacağını bilenler bir yudum biraya daha ihtiyaç duyarlar. "that was so real". yudum iyi ayarlanır da hallelujah'ın başında jeff'le birlikte o nefesi alınabilirse bu leonard cohen cover'ına daha bi kaptırıyor insan kendini. düşünmeye ne gerek var ki. gelecek kaygısı, iş hayatı, dersler, arkadaşlar, aile, sevgili,... ne gerek var ki düşünmeye. albüm bitince yaşıyor olur muyum acaba? "lover, you should`ve come over" çalıyor bir bakıyorsunuz ki ve jeff bas bas "it's never over" diyor. "'cause it's not too late".

    bildiğimiz şey şu ki albüm bittiği zaman pek de iyi durumda olmayacağız. o zaman geç olucak. "Eternal Life is now on my trail, got my red glitter coffin, man, just need one last nail" aman tanrım eternal life. yoksa bu zamana kadar jeff bizi bunun için mi hazırlamış? "and as your fantasies are broken in two did you really think this bloody road would pave the way for you? you better turn around and blow your kiss hello to life eternal, angel" bu kadarla da kalmıyor. "there's no time for hatred, only questions. what is love, where is happiness, what is life,where is peace? when will I find the strength to bring me release?" biraz fazla içmeye ihtiyaç var bu anda.

    bazen düşünüyorum da, acıyı daha büyük acıyla bastırmak diye bişey gerçekten var. sıkıntılı bi anda, bir sevdiğiniz öldüğünde, kolunuz kırıldığında, kimbilir bir dersten kaldığınızda, aldatıldığınızda ya da sevgilinizin sizi sevmediğini öğrendiğinizde, yada ne bileyim sizi gerçekten üzecek bir anda jeff buckley dinlemek biraz rahatlatıcı bişey oluyor. ben böyle yapıyorum. bu beyefendinin bu kadar çabuk ölmüş olması o kadar kötü ki, benim başıma gelen onun yanında hiç kalır düşüncesi geliyor akla. en azından benim aklıma. elim hep jeff'e gidiyor o yüzden de. "With your head in your hands and her kiss on the lips of another. your eyes to the ground and the world spinning round forever. asleep in the sand with the ocean washing OVER." bitmiş. hmmm yaşıyorum. forget her gerekli.


    While this town (is) busy sleeping,
    All the noise has died away.
    I walk the streets to stop my weeping,
    (Cause) she'll never change her ways.

    Don't fool yourself, she was heartache from the moment that you met her.
    And my heart is so still
    As I try to find the will
    To forget her, somehow.
    I think I've forgotten her now.

    Her love is a rose, pale and dying.
    Dropping her petals in land unknown
    All full of wine, the world before her, was sober with no place to go.

    Don't fool yourself, she was heartache from the moment that you met her.
    My heart is frozen still as I try to find the will to forget her, somehow.
    She's somewhere out there now.

    Well my tears falling down as I try to forget,
    Her love was a joke from the day that we met.
    All of the words, all of her men,
    all of my pain when I think back to when.

    Remember her hair as it shone in the sun,
    the smell of the bed when I knew what she'd done.
    Tell yourself over and over you won't ever need her again.

    But don't fool yourself,
    she was heartache from the moment that you met her.
    My heart is frozen still
    as I try to find the will
    to forget her, somehow.
    She's out there somewhere now.

    Oh She was heartache from the day that I first met her.
    My heart is frozen still
    as I try to find the will
    to forget you, somehow.
    Cause I know you're somewhere out there right now.

    tekrar gerekli.....tekrar gerekli.....tekrar gerekli...................


    Jeff Buckley - Forget Her

    kula shaker

    Image Hosted by ImageShack.us

    90'ların brit-pop patlamasının en önemli gruplarından. debut albümleri "K" ile kendini beğenmiş oasis solisti liam gallagher'a bile "dünyada eğer en iyi grup diye birşey varsa bu kula shaker'dır" dedirtmeyi başarmışlar.

    annesi ünlü bir aktris olan zengin çocuğu, iki boyutlu sıskalardan solist crispian mills'in hint felsefesi ve müziğine ilgisi grubun temelini oluşturuyor. hatta isimlerini bile bir hint hükümdarından alıyorlar. gruba 60'ların atmosferini getiren klavye tonlarıyla jay darlington, daha sonra the healers'ta johnny marr'la beraber çalan basçı alanzo baven ve davulcu paul winterhart grubun diğer üyeleri. genellikle tempolu şarkılara sahipler. gitar soloları da hemen hemen her şarkının baştacı. şarkı sözleri ise onlar için o kadar önemli şeyler değil. (sanskritçe olsa bile farketmez)

    the verve veya oasis'in sounduna biraz 60lar biraz 80ler biraz da hint müziği eklediğinizde karşımıza kula shaker çıkıyor. özellikle ilk albümleri "K" ile çok başarılı oldular. sanskritçe şarkı "govinda" ve tam bir hippi klasiği "tattva" albümün hitleri. ayrıca avustralya basımının bonus şarkısı deep purple coverı hush da grubun önemli bir hadisesi. bu albümle 1997 brit awards'ta en iyi çıkış ödülünü aldılar.

    konserlerindeki aşırı çiçek çocuk kalabalığı, crispian mills'in ruhani olaylar üzerinde fazla konuşması gibi nedenlerle ingiltere'de müzikleri tutulsa da kendilerinin pek fazla sevildikleri söylenemez. müzikleriyle değil de daha başka konularla haklarında konuşulmuş hep.
    ikinci albümleri "peasants, pigs & astronauts" (köylüler, domuzlar ve astronotlar. ilginç bir isim) 'ta da tarzlarında pek bir değişiklik yok. "mystical machine gun" da bu albümün en önemli şarkısı.

    grubun en önemli özelliklerinden birisi konserlerinde herkesin el ele tutuşup dostluk şarkısı söylüyor haliyle sağa sola sallanması. zaten albümlerinde sıkıcı şarkıya rastlamak da pek mümkün değil. insanın içini huzurla dolduran melodiler her zaman yetmiş onlara. belki de huzurun doruğuna ulaştıklarını düşündükleri için 2000li yıllara girmeden dağılmışlar. huzurlu ölüm gibi bişey. ne güzel.

    Perşembe, Temmuz 20, 2006

    radiohead-bulletproof...wish i wish (tahlil)


    canın sıkılır ve thom yorke sesine ihtiyacın olur. kimisi sigara içer, kimisi çekirdek yer, kimisi içer. canın sıkılır, hep sıkkındır ve thom yorke söylemeye başlar. bu uğultuları siz de duyuyor musunuz? sanki midemden geliyor gibi. acıkmadım hayır. daha içeride.neyse konuya dönelim.
    limb by limb, tooth by tooth (etimi parça parça ve dişlerimi tane tane) tearing up inside of me (parçalıyor içimi) every day, every hour i wish that i was bullet proof (her gün her saat, keşke kurşun geçirmez olsaydım) offf mide değil orası kafamın içi. hayır bu sefer orası olmasın. nolcak ki söylemese. sakin ol sakin ol. keşke...pffff...
    wax me, mould me (mumla beni yoğur beni) heat the pins and stab them in (iğneleri ısıt ve sapla onları içeri) you have turned me into this (beni buna dönüştürdün sen) just wish that it was bullet proof, was bullet proof (tek istediğim kurşun geçirmez olmak) tamam sakin biraz daha sakin. yani illa ki söyleyince mi olması gerekiyo. sorun yok onlar sadece uğultu. takma. keşke.... hayır hayır gerek yok. herşey iyi. onlar sadece uğultu. kafam mı? bu sefer izin veremem. üzgünüm kafam. bu seferki kurşunu sen atamayacaksın.
    so pay the money and take a shot (hadi öyleyse öde ve bir vuruş yap) lead-fill the hole in me (kurşunla doldur içimdeki deliği) i could burst a million bubbles (patlayabilirim milyon kabarcık çıkararak) all surrogate and bullet proof and bullet proof (hepsi de vekilim olan ve kurşun geçirmeyen) uğultu uğultu uğultu. bunlar içeriden geliyor. benim içim, benim uğultum. evet evet bu midem olmalı. herşey iyi. kafam mı? hani o herşeyi bozan? hayır hayır bu seferki midem ve ben sadece açım.
    uğultuymuş peah. sustu. hmm 3dakika 28 saniye sürdü. şarkıdanmış

    Salı, Temmuz 18, 2006

    2006 mercury müzik ödülleri

    Image Hosted by ImageShack.us

    ingiltere'nin en prestijli müzik ödülü mercury'nin 2006 adayları belli oldu. 5 eylül gecesi takdim edilecek ödül için adaylar şöyle;

    arctic monkeys - whatever people say i am, that's what i'm not
    isobel campbell and mark lanegan - ballad of the broken seas
    editors - the back room
    guillemots - through the windowpane
    richard hawley - coles corner
    hot chip - the warning
    muse - black holes and revelations
    zoe rahman - melting pot
    lou rhodes - beloved one
    scritti politti - white bread black beer
    sway - this is my demo
    thom yorke - the eraser

    daha önce radiohead'le 3 defa ödüle aday gösterilen thom yorke'un olduğu bir listede başka bir şey seçemeyeceğim için onun almasını istememe rağmen thom yorke'un ve bahisçilerin adayı arctic monkeys.

    1992'den beri verilen bu ödüle sadece aday gösterilmek bile pek çok grubun önünü açmış oldu. önceki ödülleri alan albümler şunlar;

    1992 - primal scream - screamadelica
    1993 - suede - suede
    1994 - m people - elegant slumming
    1995 - portishead - dummy
    1996 - pulp - different class
    1997 - roni size / reprazent - new forms
    1998 - gomez - bring it on
    1999 - talvin singh - ok
    2000 - badly drawn boy - the hour of bewilderbeast
    2001 - pj harvey - stories from the city, stories from the sea
    2002 - ms. dynamite – a little deeper
    2003 - dizzee rascal – boy in da corner
    2004 - franz ferdinand – franz ferdinand
    2005 - antony and the johnsons – i am a bird now

    the organ-grab that gun

    Image Hosted by ImageShack.us

    2004'te kanada'da çıkardıkları "grab that gun" albümleri ingilizler tarafından keşfedilip şubat ayında tekrar yayınlanınca sesleri bize kadar geldi. haliyle yeni bir gruptan bahsederken the smiths, the cure ve joy division'ın adı geçiyorsa dikkat edilmesi gereken bir grupla karşı karşıya olduğumuzu düşünmek yerinde bir davranış olur diye düşünüp albümü dinledim.

    daha ilk şarkı "brother"ın 6. saniyesinde gitar ilk notasını vurduğu anda johnny marr göz önüne geliveriyor ve geri kalan 3.55 dk boyunca da ordan hiç ayrılmıyor. katie sketch şarkıyı söylemeye başladığında ise kararsızlık had safhaya ulaşıyor; acaba morrissey mi yoksa ian curtis mi? bunu düşünürken bir bakmışız ki şarkı bitivermiş. ama o da ne? başlayan şarkının adına bir bakar mısınız; steven smith. bunu farkedince eğer terbiyeniz müsade ediyorsa "oha", etmiyorsa "yuh" diyerek geçiştiriyorsunuz. bu andan sonra ilk yaptığım şey diğer şarkıların adlarına bakmak oldu ve açıkçası gözlerim "robert's cure" ya da "ian's sudden dead" gibi bişeyler aradı. bu anda 6 numaralı şarkı "a sudden dead"in tamamen tesadüf olduğunu düşünmem benim iyimserliğimdir.

    albümün tamamı tempolu şarkılardan oluşuyor. fakat o kadar tekdüze bir tempo ki bir süre sonra şarkının birinin bitip diğerinin başlaması pek birşey ifade etmemeye başlıyor. ilerleyen şarkılarda gitarlarda the cure tınıları da duyulmaya başlandığında işin tadı açıkçası kaçıyor.

    aslında şarkılar tek tek düşünülürse hiç kötü bir iş yaptıkları söylenemez. şarkılar çok iyi şeyleri andırıyor ama ucuz taklitlerin ne kadar dayanıklı olabileceği göz önüne alındığında birkaç ay sonra hiçbirisini hatırlamayacağına emin oluyor insan. hiç kuşkusuz ne kadar the smiths'e, joy division'a ve de the cure'a benzeseler de albüm asla onların herhangi bir albümlerinin verdiği tada ulaşamıyor. nedenini de "kendilerinden pek bişey katmamış olmaları" olarak söylersem sanırım yanılmamış olurum. kimbilir belki de sadece önyargıyla dinlemiş olabilirim. siz de dinleyiniz.


    Image Hosted by ImageShack.us

    Pazartesi, Temmuz 17, 2006

    gomez

    Image Hosted by ImageShack.us

    sürpriz. gomez geldi. massive attack mezzanine'i ve the verve de urban hymns'i çıkartıyor fakat 1998 mercury ödül töreninde en iyi albüm ödülü gomez'in bring it on'una gidiyor. sürpriz? hiç de bile değil. birbirinden çok farklı seslere sahip üç harika vokalisti (özellikle ben ottewell'in sesi inanılmaz güçlü), şarkılarında duygusallıkla kızgınlığı aynı anda verebilme gücü, sert melodi ve ritmler dışında blues kökenli rock şarkıları da yapıyor olmaları onları klasik ingiliz britpop gruplarından belirgin şekilde ayırıyor. aslında tam bir gitar grubu olmalarına rağmen (3 gitar) çok çeşitli ve geniş bir yelpazeye yayılmış müzik türü teknikleri ve ritmler (funk, jazz, blues) kullanan bir grup. beck'i andıran akustik gitarların baştacı olduğu şarkılar (whippin' piccadilly, 78 stone wobble, get myself arrested) dinlerken hiç ummadığınız şekilde rie's wagon'ın kıvrandıran sert gitarlarını dinleyerek albümü bitirmek şaşırtıcı gelmiyor. 4. albümleri in our gun 'daki elektronik ve keyboard katkıları da görüldüğünde deneysellik anlayışlarının insanı mutlu etmemesi olanaksız. çünkü bunu başarıyla yapabilen grupların sayısı fazla değil.

    ilk bakışta sanki oldukça ağırbaşlı, aklıbaşında adamlar görüşü uyandırsalar da, özellikle yeni kuruldukları dönemde konserlerinde şarkıları doğru düzgün çalmak yerine izleyiciyi coşturmak için uğraşan bir grup aslında. kimbilir belki de bu vurdumduymaz tavırları yüzünden bu kadar farklı soundlara ulaşabiliyorlardır. fakat zamanla şartların bu başıboşluğa pek müsade etmeyeceğini anlamış olacaklar ki konser performansı açısından diğer britpop gruplarının tavrına ayak uydurmaya çalışıyorlar artık(belki de yaşlanmaya başlamışlardır). yine de onları görenler sanki sokaktan elinde enstrumanlarıyla geçen 5 kişinin birden oracıkta konser vermeye başladığını sanabilir (hmmm whippin' piccadilly klibi. aşağıya koyalım çok yakışır.) fakat dinlediklerinin böyle bir tesadüf olmayacağını anlarlar.

    1 vokal 2 gitar 1 bateristli sıradan ingiliz gruplarından sıkıldıysanız gizli kalmayı tercih eden southport'lu gençleri takip edin. abartın ve gizli hayran kitlesinin arasına karışın. zira onların baştan beri yaptıkları işi yapmaya çalışanlar artık iyi grup olarak adlandırılıyor.

    ian ball (vokal, gitar)
    ben ottewell (vokal, gitar)
    paul blackburn (bas)
    tom gray (vokal, gitar, keyboard)
    olly peacock (bateri)

    discography:

    1998 bring it on
    1999 liquid skin
    2000 abandoned shopping trolley hotline
    2002 in our gun
    2004 split the difference
    2005 out west
    2006 how we operate



    Gomez - Whippin' Piccadilly

    Pazar, Temmuz 16, 2006

    sex pistols



    60'larda velvet underground, the stooges, the new york dolls gibi grupların öncüsü olduğu punk esintilerinin bir tür haline gelmesinde the ramones, clash gibi gruplarla beraber en etkili grup onlar. britanyayla punkı tanıştıran adamlar. durum böyleyken düşünülebilir ki hmm bu adamlar işlerinde ehil insanlarmış demek ki. ama hiç de değil. zira konu sex pistols ve iyi müzikten bahsetmek değil iyi bir hikaye anlatmak amaç.
    grup kurulma aşamasında enstrümanlarını gitarist steve jones'un sağdan soldan çalmasıyla sağlamaktaydı. ilk kadroları; steve jones-gitar, paul cook-davul, warwick nightingale-solist, glen matlock-bas şeklinde olmasına rağmen prodüktör malcolm mclaren'ın isteğiyle ve de giydiği "i hate pink floyd" yazılı tişörtün de etkisiyle johnny rotten'i solist, ev arkadaşı sid vicious'ı da basçı olarak gruba dahil etti. işin ilginç kısmı rotten'in şarkı söyleyemiyor olması ve sid'in de hiç bas çalmamış olmasıydı. ama grubun diğer elemanlarının da enstrumanlarını çalmayı bilmedikleri düşünülünce zor bir karar değil bu.
    yavaş yavaş coverlarla ve kendi parçalarıyla enstrümanlarından çıkan garip seslere alışmaya başladılar ve bir takım yerlerde sahneye çıkmaya başladılar. fakat çıktıkları her yerden kovuluyorlardı. çünkü her programları kargaşayla bitiyordu. bunda solist rotten'in seyircilerle girdiği dialoglar ve ağzı bozuk olmasının da nedeni var tabi. zamanla bu durumdan hoşlanan bir kitle yakalayıp ağızdan ağıza meşhur olmaya başlayınca punk festivallerine çağırılmaya başladılar. bu festivallerden birinde sahnelerine fırlatılan bardağın parçalanıp bir kızı kör etmesi onlara tepkiler gelmesine neden oldu. aslında isimlerinin duyulmasında da önemli bir yer tuttu bu olay.

    andy warhol'un punk kültürü fikirleri dahilinde EMI şirketiyle anlaştılar ve ilk singleları "anarchy in the uk" çıktı. televizyon programları teklifleri gelmeye başladı tabi haliyle. çıktıkları ailelere yönelik bir programda sunucunun "hala bir olay çıkarmadınız" demesi üzerine gaza gelip bir ton küfür etmişler. bunun üzerine yaşanan pek çok protesto sonrasında londrada bir daha hiç konser verememişlerdir. hatta o akşama kadar anlaştıkları 16 konserlik turnenin sadece 4üne müsade edilmiş ve o konserlere gelenlerin çoğunluğu da grubu protesto için orada bulunmuş. EMI şirketi çalışanları da grupla sözleşmenin fesh edilmemesi durumunda greve gideceklerini söyleyince sözleşmeleri fesh edilmiş. ordan da kovulmuşlar. şöyle ilginçlikleri var;

    -İngiltere kraliçesi'nin tahta çıkışının 50. yıldönümü kutlamaları esnasında yaptıkları "god save the queen" şarkısının kraliçeyi küçük düşürdüğü gerekçesiyle sansülenmesi (buna rağmen listelerde 1 numara olmuş)

    -"Queen Elisabeth" adındaki bir geminin güvertesinde verdikleri konserde gemi parlemento binasının önünden geçerken "anarchy in the U.K."yi çalmaya başladı, fakat polis buna izin vermedi ve grup üyeleri tutuklandı.

    -bir yörenin itfaiyecilerinin çocukları için verdikleri konserde salona gelen dev pasta

    -amerikadaki ilk konserlerinden önce sahneye işemeleri, kusmaları, kadınlara tecavüze yeltenmeleri halinde tutuklanacakları söylenerek uyarılmışlar. pek çok izleyici onlarla aynı salonda olmaktan çekiniyordu.

    -johnny rotten bir konserde homoseksüel kovboy resimleri olan bir tişört giydiği için seyircilerle kavga etti.

    -amerikada bir konser sırasında sahneye atılan bira şişesinin basçı sid vicious'ın ağzına isabet etmesi sonrasında sahne önündeki kalabalıktan bir kişinin kafasına gitarını geçirmiş. konser devam etmiş ve zaten her konserinde sadomazoşist tavırları olan sid kanını vücuduna sürerek konsere devam etmiş.

    -sid vicious'ın sevgilisi nancy spungen otel odasında ölü bulundu ve bunda sid suçlandı. sadomazoşist tavırları bunda etkiliydi. tutuklandı ve kefaletle serbest kaldı. 1986 yılında "sid and nancy" filmi çekildi ve sid vicious'ı gary oldman canlandırdı.

    çekirdek kadroyla çıkardıkları tek albümleri "never mind the bollocks - here's the sex pistols"dır. rotten ve vicious kendilerini kandırılmış hissettikleri için gruptan ayrıldılar ve yerlerine gelenlerle de grup eski günlerini yakalayamadı.

    nirvana'nın nevermind albüm ismi, radiohead'in anyone can play guitar şarkısı sex pistols'ın etkilerini taşır. sokakta pek çok yeni yetme gitar çalamadan grup kurmaya niyetleniyorsa bunun kökü onlara dayanır. müziğiyle değil belki ama tavrıyla önemli bir grup. punk sloganı no future'ın yaratıcıları. anarşik grup.

    the raconteurs




    ööööööff. insan bazen böyle kız kardeşinden sıkılıyor işte. ya da sevgilisinden bile. böyle durumlarda erkek erkeğe bişeyler yapmak gerekiyor. muhabbet, içki,... white stripes'ın erkek tarafı jack white da sıkılmış olacak ki detroit'ten muhtemelen mahalle arkadaşı brendon benson'la yaramazlık yapmaya kaçmış. böyle yaramazlığa can kurban elimize fıstık gibi bir albüm bıraktılar. Broken Boy Soldiers. 60'ların gitar riffleriyle bezenmiş şarkılarının nirvana-nevermind'a cevap olduğunu söyleyerek seattle supersonics-detroit pistons maçlarını da kızıştırmaya mı çalışıyor bilinmez ama bize çok sağlam bir grup kazandırdıkları kesin. eski dostlar her zaman en iyisidir.

    brainstorm



    eurovision bize ne kazandırır? güzel pop şarkıları, yeni yeni şarkıcılar, ülke tanıtımı, dünya barışı, yeter, imdat... eurovision deyince aklıma gelen ilk şey brainstorm. 2000 yılındaki yarışmada my star ile 3. oldular ama o yarışmayı takan kim. evet tek takan solist renars kaupers ve eurovision'un 50. yıl programında yeterince şirinlik yaparak bunu ispatladı. letonya'da 1993'ten itibaren çıkardıkları bikaç albümden sonra ilk uluslararası albümleri "among the sun" 2000 yılında EMI etiketiyle yayınlandı. ve daha sonraki 3 yılda rolling stones, the cranberries, depeche mode ve supergrass gibi çok önemli gruplarla aynı sahnede çaldılar. 2003 yılında çıkardıkları "a day before tomorrow" ve 2004te "veronika" isimli albümlerinin tekrar basımıyla özellikle baltık ülkelerinde çok sevildiler. "a day before tomorrow" albümünün prodüktörlüğünü suede'in de prodüktörlüğünü yapmış alex silva 'nın yapması ve fotoğrafçı anton corbijn 'le çalışmış olmaları kayda değer hadiseler.

    renars kaupers'ın kendine has tatlı vokali ve eğlenceli şarkıları ile alternatif rock'ın en sevimli gruplarından brainstorm'a bulaşmanın tam zamanı. ayrıca son albümleri "four shores" da taptaze.

    o kadar tatlı bir grup ki kendi web sayfalarından tüm albümlerini dinleyebiliyorsunuz.
    böyle buyurun
    ("albums" sekmesinde sound linklerinden dinlenebilir. açılan küçük pencerede bağlantı hızınızı seçmeniz gerkiyor. 56 KBPS MODEM seçeneğini tıklamanız yeterli olacaktır. şarkılar winamp üzerinden çalıyor)

    bu kadar da değil. buyurun 2000 eurovision yarışmasındaki "my star" performanslarını da bir izleyiverelim tam olsun.

    Brainstorm in Eurovision song contest (2000)

    Cumartesi, Temmuz 15, 2006

    marion


    90'ların britpop patlamasında çoğu kişi tarafından ıskalanan bir grup marion. (belki de adını ilk kez duyacaksınız. evet) manchester'dan çıkmışlar ve haliyle şehrin efsaneleri the smiths ve joy division'dan son derece etkilenmişler. çocukluk arkadaşları solist jaime harding, gitaristler phil cunningham ve tony grantham yanlarına davulcu murad mousa ve basçı nick gilbert'ı alarak grubun orjinal kadrosunu 1993'te oluşturmuşlar ve ne büyük nimettir ki eski the smiths menejeri joe moss'un gözüne girmeyi başarmışlar. ilk singlelarını da the smiths'in de plak şirketi olan rough trade'den çıkmış. ve tanınmalarını sağlayan hadiseler radiohead ve morrissey'le beraber turneye çıkmaları olmuş. 1996'da ilk albümleri "this world and body" ile yeterli derecede farkedilmeyi başarmışlar. (bu albümü bulamadığım için yorum yapmam imkansız) 2. albümleri "the program"ın hazırlıklarında ise grubun başına gelebilecek iyi şeylerden birisi gelmiş ve johnny marr (the smiths gitaristi) albümün prodüktörlüğünü üstlenmiş ve 1998de çıkmış. johnny marr'dan etkilenildi her halinden belli olan ve çoğu zaman patlayan riffli gitarlar, hızlı ritmleri, prüzsüz, yumuşak ama yer yer agresif (ne kadar da çok brett anderson ve luke haines'i andırıyor) vokaliyle jaime harding tam anlamıyla britpop yapıyorlar. -dı. grup istenilen başarıyı yakayamadığı düşünülerek dağıldı ve arşivler arasındaki yerini aldı. bize "miyako hideaway"i tekrar tekrar dinlemek kaldı sadece.
    grup elemanlarından solist jaime harding şu sıralar uyuşturucu sorunlarından kurtulmak için uğraş verirken gitarist phil cunningham'la beraber demolar kaydetmeye devam ediyor. phil cunningham'ım sadece demo kaydetmekle kalmayıp new order'ın turnelerinde de çalıyor. tony grantham ise ryna isimli bir grupta çalmakta.

    sonuçta zaten kayıp olan hazine yok olup gitti. ve bu yüzden kimsenin umurunda değil. (gerçekten öyle mi acaba?)

    Çarşamba, Temmuz 12, 2006

    subterrainian home sick alien çalalım.

    radiohead'in 27 haziran akşamı san diego'da verdiği konser sırasında gökyüzünde ufo görüldüğü iddiaları var. olay şöyle; yakındaki vandenberg amerikan hava kuvvetleri üssünden bir roket fırlatılmış. insanlar buna bakarlarken roketin çıkardığı duman izinin yanında ufo görülmüş. resim de var ama nerede çekildiği pek belli olmuyor. doğru mudur bilinmez ama subterrainian home sick alien için ya uğradılarsa!(heleşükür)


    travis

    Image Hosted by ImageShack.us

    sıkıldığım zamanlarda ister istemez aklıma geliveriyor bu iskoç çocukları. ne kadar radiohead furyasından oldukları düşünülse de onların hiçbir zaman olmadıkları kadar eğlenceliler. 90larda embrace, cast, kula shaker gibi brit gruplarının arasından sıyrılıp geldiler. good feeling albümünü zamanında pek duyamasak da sonradan haberini aldık. happy kadar tatlı bir şarkı var mı?(bunu daha sonra başka şarkıları için de söyleyeceğim. duramam.) the man who öyle bir geldi ki "kimmiş?" sorusu herşeylerini öğrenme ihtiyacımızla beraberinde geldi. radiohead prodüktörü nigel godrich'le çalıştılar bu albümde. yalnız cumartesi gecesi marşı harika blue flashing light'ı bonus track olarak saklayarak en büyük esprilerinden birini yapmışlar bence. "why does it always rain on me" demeden geçmeyeyim, diyip de uzatmayayım.

    the invisible band bizim için sürpriz olmasa da pek çok kişinin travis'i tanımasını sağladı. sing'le yemek savaşı yapıp side'la kafamızı yukarı kaldırdık. hepberaber. herkesler bildi sevdi travisi. ressam olmayıp şebek olmayı seçen, ama aslında o kadar da şebek olmayan fran healy, seyrek saçlarının tepesini sivriltiverdi. david beckham ondan görüp aynısını yaptı ama adı david beckham saçı olarak kaldı. farketmez. sokakta bisürü fran healy görmektense beckham görmek daha iyiydi. her zaman flowers in the window en eğlendiğim şarkılardan olacak.

    hep sonralardan bozulduklarını düşünürüz grupların ama travis bu kategoriye giremez. 12 memories'e bir bakar mısınız? somewhere else(-ki gelmiş geçmiş en tatlı şarkılardan olduğunu düşünüyorum), quicksand, love will come come through, re-offender, how many hearts, paperclips harika şarkılar.
    meğer britney de iyi şarkı yapıyormuş bunu da gösterdiler bize. yorum diye bişey varmış ama. hoplayıp zıplayan teenage şarkısı değilmiş baby one more time.

    kliplerinin hepsi birbirinden daha güzel ki travisi bu kadar sevmeme sebep de çoğunlukla bu. bahtsız adam rolleri healy'e çok yakıştı ama asla loser olmadı, sonunda hep o kazandı. harikalar diyarından çıkıp gelen "kırılgan" rafadan kafadan oldu duvardan düştü, snatch'in tommy'si şınava zorladı, yılmadı, cani çocuklar tarafından taşlandı, yürümeye devam etti, yağmurda okul fotoğrafı çekmeye çalıştı, sırıttı, uzaylılar kaçırdı, grup arkadaşlarıyla dövüştü, hamileler diyarına düştü, 6'nın peşinden koştu, yemek savaşına girişti, her dilden neden diye sordu, en sonunda azraile karşı koydu ve sadece biraz tüttü.
    iskoç eteği giyip yüksek kayalıktan suya atlamak nasıl bir duygudur? travis yaptıysa güzel bir duygudur. herkese benden coming around hediye.

    rock'n coke 2006 - hepberaber avunalım hadi



    massive attack, franz ferdinand, the strokes, red hot chili papers,... ne hayaller vardı. heves kursakta kalırken yine de insan avunmak için bazı yollara başvuruyor. şöyle ki;

    placebo ; daha önce canlı izledim. sonuçta brian molko'yu tekrar görmek hiç de fena bir durum değil. şarkılarını da biliyorum sıkılmayacağıma ve hatta oldukça eğleneceğime eminim. hmmm ikna edici.

    muse ; matt bellamy'nin sahnede gitarıyla kendi kafasını yaracak kadar hareketli olduğunu düşününce yine eğlenceli olacağına kesin gözüyle bakıyorum. şarkılar da bildik. o zaman sorun ne? (iç ses soru sorar: headliner olacak kadar iyiler mi? zaten habire geliyolar. rock'n coke'a yakıştılar mı?) iç ses olayı bulandırmaya çalışıyor. avunmaya çalışıyoruz burda.

    editors ; klasik ifade; son zamanlarda britanyadan çıkan en iyi gruplardan biri editors. hmmm kulağa cazip geliyor. aslında avunmaya gerek yok. zira son derece memnun edici bir haber bu. ayrıca acaba bi daha görebilecek miyiz?

    gogol bordello ; rengarenk eğlenceli punkçılar. eğlence garanti gibi. (iç ses soru sorar: geçen seneki skin, apocaliptica, the tears ve hot hot heat'li festivale gelseler herhangi birinden önce çıkabilirler miydi? )

    mercury rev ; eh idare eder. dinleyiveririz canım nolcak. taaa amerikadan kalkıp geliyolar. (iç ses: hadi len.)

    reamonn ; vauvv supergirls don't cry supergirls just fly. alman rockçıları da fena olmaz. (iç ses: saçmalamaya başladın.)

    türk gruplar /şarkıcılar ; aslında bu bakımından fena sayılmaz. geçen senenin izleyiciler tarafından şarkılarına en fazla katılınan kişisi şebnem ferah yine orada olacak. duman ve vega da bu konuda iddialı olabilirler bu sene. kişisel tercihim direc-t burn sahnesinde de olsa en sevindirici şeylerden biri oldu. hayko cepkin, ogün sanlısoy ve yüksek sadakat hakkında bişey diyesim yok ama.

    djler ; danny howells (madonna-get together'ı remixlemiş mesela), headman (franz ferdinand, mylo, scissor sisters, the rapture ve telepopmusik'e remixler falan yapmış bi adam) ve tiga(scissor sisters, nelly, felix da housecat parçalarını remixlemiş) belki de enerji fazlamız olur ha! (iç ses: keşke olabilse)

    heyecanlandık bi de yeni gruplar eklenecekmiş diye. hayaller şöyle; "franz ferdinand'la the strokes'un 2-3 eylülleri boş görünüyor. allaaah yaşadık." bugün haberler düştü; kasabian ve sisters of mercy anlaşılan diğer iki grup olmuş.

    kasabian ; aaa iyi gruptur. hem 4 eylülde yeni albümleri "empire" çıkacak. taze taze dinleriz. (iç ses: zaten albüm tanıtmaktan başka bir işe yaramıcak festival)

    sisters of mercy ; uuuh gotik amcalar. bakarsın comfortably numb da çalarlar. tecrübeliler. kesin iyi olur. (iç ses: hıhı tabi tabi)

    umudu kaybetmemek gerek. 100 ytl'ye değer aslında. (iç ses: bilmem ki. görücez.)


    Image Hosted by ImageShack.us

    Salı, Temmuz 11, 2006

    evrende yaşamanızı kolaylaştıracak bazı bilgiler (rehber bölüm 1)

    Image Hosted by ImageShack.us

    dougles adams'ın "otostopçunun galaksi rehberi" serisinin 2. kitabı "evrenin sonundaki restoran"ın 19.bölümünden alıntıdır.

    Yüzölçümü: sonsuz
    otostopçunun galaksi rehberi "sonsuz" sözcüğü için şu tanımı vermektedir. sonsuz: en büyük şeyden daha büyük olup biraz da fazlası olan. aslında bundan da büyük, şaşırtıcı bir muazzamlıkta, tam anlamıyla şok edici bir boyutta, gerçekten "oo, çok büyükmüş" dedirtecek bir zaman süreci. Sonsuzluk o kadar büyüktür ki, karşılaştırıldığında onun yanında büyüklüğün kendisi gerçekten minicik kalır.burada anlatmaya çalıştığımız kavram, dev gibi büyük çarpı dağ gibi muazzam çarpı şaşırtıcı derecede kocaman cinsinden bir şeydir.

    İthalat: yok
    Sonsuz bir alana herhangi bir şeyi ithal etmek olanaksızdır, çünkü ithal edilecek bir şeyin bulunup getirileceği bir dışarısı yoktur.

    İhracat: yok
    Bkz: ithalat.

    Nüfus: yok
    Sonsuz sayıda gezegen olduğu bilinmektedir, bunun en basit nedeni onların içine sığabileceği sonsuz genişlikte bir uzayın var olmasıdır. Bununla birlikte bu gezegenlerin hepsinde yerleşim yoktur ve bu da üzerinde yerleşim olan gezegen sayısının sınırlı olduğu anlamına gelir. Herhangi bir sonlu sayının sonsuz bir sayıya bölünmesinden elde edilecek sayı farkı önemsenmeyecek kadar sıfıra yakın bir sayıdır, o halde evrendeki bütün gezegenler dahil edildiğinde ortalama nüfusun sıfır olduğu söylenebilir. Bundan çıkarılacak sonuç, bütün evrennin nüfusunun sıfır olduğu ve zaman zaman karşılaşacağınız kişilerinse yalnızca hastalıklı beyinlerin hayal ürünleri olduğudur.

    Sanat: yok
    Sanatın işlevi doğaya ayna tutmaktır, ama basitçe söylenirse bunun için yeterli büyüklükte bir ayna mevcut değildir.

    Seks: yok
    Aslında para, ticaret, banka, sanat ya dabaşka şeylerin yokluğu yüzünden, evrenin var olmayan nüfusunu oyalayabilecek bir şey olarak bundan bolca bulunmaktadır. Bununla birlikte, şu anda bu konuyla ilgili uzun tartışmalara girmenin yeri değildir, çünkü bu konu gerçekten müthiş karmaşıktır. Daha fazla bilgi için bakınız: otostopçunun galaksi rehberi.

    angel (tahlil)

    sanki kalp atışı gibi başlıyo herşey.damarlardan kan akıyo sonra.

    You are my angel
    Come from way above
    To bring me love
    kalp atışı hızlanıyo. onu gördün.melek.şok aşka dönüşüyo.

    Her eyes
    She's on the dark side
    Neutralize
    Every man in sight
    nefes alıp vermen bile değişti.yoksa artık alamıyo musun?
    herşey ortada artık.
    To love you, love you, love you ...

    kontrolünü kaybettin.birileri seni tutmazsa herşeyi yapabilirsin.
    belki herşeyi yapmana birileri bile engel olamayabilir.sorular da
    var tabi.herşeyi yapabilirsin ama herşey ne ki?panik ve korku mu?
    çok hızlı gitme. dur bakalım.


    You are my angel
    Come from way above

    tamam anlaşıldı.durabilecek durumda diilsin.sen en mutlu halindesin şimdi.acaba gerçekten öyle mi?buna acı deniyo olmasın sakın?farkında bile diilsin şu an.
    To love you, love you, love you ...

    fakat şimdi durulmaya başlıyosun. çok hızlı gittin çünkü.kalp buna dayanmaz.
    sorular yine kazandı.cevap bulamıyosun.sona yaklaşıyosun.damarlarda akış yavaşlıyo.
    artık kalbin senin diil.biliyosun.kalp teklemeye başlıyo.son denemeler de başarısız ama.
    kaybettin.



    massive attack-angel

    Pazartesi, Temmuz 10, 2006

    thom yorke'tan "the eraser"

    Image Hosted by ImageShack.us

    tam olarak kendisinin söylenmesini istediği şekilde; thom yorke ilk albümünü bugün yayınlıyor. the eraser. fakat albüm çoktan internete sızdı, dinlenildi, beğenildi, yorumlandı. şarkı listesi şu şekilde;
    'the eraser'
    'analyse'
    'the clock'
    'black swan'
    'skip divided'
    'atoms for peace'
    'and it rained all night'
    'harrowdown hill'
    'cymbal rush'

    radiohead'in prodüktörü nigel godrich albümün prodüktörlüğünü yapmış. EMI şirketiyle radiohead'in sözleşmesi bitmişti. thom yorke albümünü XL recording şirketinden çıkartmış. muhtemelen radiohead'in de yeni plak şirketi bu şirket olacak ama konumuz bu değil. konumuza dönelim; albüm tamamen elektronik altyapılı şarkılardan oluşuyor. akla hemen şu soru geliyor ki, bu şarkılar acaba radiohead'in yapıp tarzlarına uymadığı için yayınlayamadığı, ama thom yorke'un atmaya kıyamadığı şarkılar mı? kesinlikle. kid a'deki tarz değişikliği sinyalleri radiohead'in elektronik müziğe kayması olarak yorumlanıyordu. bu albüm belki de radiohead'in bu iddialara cevabı. radiohead elektronik müzik yapsaydı işte böyle yapardı.
    the clock'un akustik versiyonunu da izleyelim tam olsun. hmmm demek ki şarkılar o kadar da elektronik olmayabiliyormuş.

    www.theeraser.net



    thom yorke
    Video sent by serdarcharliebrown

    massive attack


    ışıkları kapatın. suratlardaki kocaman sırıtmayı da silin. ciddi bir işimiz var. massive attack konuşucaz.

    3-D(robert del naja), Mushroom(adrian vowles) ve Dady-G'den oluşan bristol'lı grup. tarzlarına trip-hop deniyor ama isim kimin umurunda. 1987de the wild bunch djleri mushroom ve dady-g'nin grafiti işini tutuklandıktan sonra bırakmış olan 3-d ile tanışmasıyla kurulmuş ve ne de iyi etmişler.
    90da "blue lines", 93te "protection"ı çıkardılar. bu iki albüme tricky de bulaşmış. ayrıca vokallerde de shara nelson ve everything but the girl'den tracy thorn hanımefendiler bulunmuşlar.

    98de de çok güzel bişey yaptılar. yapılabilecek en güzel şeylerden birini yaptılar. inanılmaz birşey yaptılar. olağanüstü birşey yaptılar. mezzanine. büyük saldırı aslında bu oldu. albümün vokallerinde horace andy, cocteau twins'den liz fraser ve sara jay varmış.

    99da mashroom gruptan ayrılmaya karar verdi ve 2 kişi 2003te "100th window"u yayınladılar. butterfly caugh'u duymayan kalmamıştır herhalde.

    2006da da hitlerden ve remixlerden oluşan "collected"ı çıkardılar ve seneye de yeni albümü çıkaracaklarını açıkladılar.

    yaptıkları müzik depresyon müziği olarak görülüyor. dj müziği olduğunu çoğu şarkıda anlaşılabiliyor.ama duyulan şeyler "ah ne kadar enerji doluyum o zaman neden dansetmiyorum" demeye müsade etmiyor. ama hareket etmeden de duramıyorsunuz.

    massive attack forum adresinde türkiye için bişeyler yapılıyor. bakmadan geçmeyiniz.

    bu mekamda tütün ve tütün mamüllerinin içilmesi yasaktır. fugazi.


    amerikan punkının temiz çocukları. 1990 çıkışlı "repeater" albümleriyle yapmışlar çıkışlarını washingtonlı grup. hard rockı andıran sert vokallerine rağmen indie olmanın anlamını tam olarak kavramış bir grup. çıkardıkları 6 albümü de kendi plak şirketlerinden (dischord records) çıkartıp independent kelimesinin hakkını vermişler. bu şekilde albüm fiyatlarını ucuz tutmuşlar, konserlerine asla yaş sınırı koymamışlar ve konser biletlerini de daima ucuz tutabilmişler. albümleri başarılı olunca plak şirketlerine büyük paralar teklif edilmiş ama satmamışlar.

    internetten müziklerinin download edilmesiyle ilgili olarak "ben zaten müziği para kazanmak için yapmıyorum ki, insanlara ulaşabilmek için yapıyorum. o yüzden müziğimi dinleyen 200 kişi ve 200$ arasında bir seçim yapmam gerekseydi, kesinlikle 200 kişiyi seçerdim. eğer gün gelir de bu internetten dosya paylaşımı olayı plak şirketlerini batırır ve yıkarsa, bana uyar" demiş fugazi'nin insanı ian mackaye.

    punk dendiğinde akla gelen şeyler hiç kuşkusuz sigara, alkol. fugazi'yi diğerlerinden ayıran şey de bu konu zaten. "metabolizmama dokundurtmam" felsefesiyle sağlığa zararlı maddelerin kullanılmasını savunmuşlar (asla straight-edge akımıyla katılmadan). konserlerinde sigara ve alkol satışı yapılmamış, kendileriyle röportaja gelen dergilerde bu maddelerin reklamının yapılmıyor olması şartını koşmuşlar. büyük plak şirketlerinin desteklediği dergileri de hep geri çevirmişler. ayrıca konserlerinde diğer punk konserlerinin tersine sert müziklerine rağmen birbirini itip kakan, üstüste alt alta insan grupları olmamış.

    uyuşturucu madde kullanımının bile normal karşılandığı bir zamanda onlar gibi olmak zor. açıkçası iyi bir dinleyicileri değilim ama tavırlarına büyük saygı duyuyorum. keşke herkes onlar gibi olsa. give me the cure dinleyiniz efendim.

    tanrı çocuklarını sever.



    ahmet asaf'ın "radiohead" kitapçığı şöyle başlar;
    "tek başınızasınızdır. sonunda bir gün daha bitmiştir ve siz insanlardan bir kez daha kurtulmuşsunuzdur. sosyal ilişkileriniz sizi pek de memnun etmemektedir. giyim kuşamınızın hiç de göz kamaştırıcı olmadığının, arkadaşlarınızın size hiç de istediğiniz kadar yakın olmadıklarının sürekli bilincindesinizdir. ne çevrenizdeki insanları, ne de kendinizi beğenmektesinizdir. sonra birden öyle kusursuz, öyle ulaşılmaz biriyle tanışırsınız ki, ağlamak istersiniz."

    radiohead'le ilgili anlatacak o kadar çok şey var ki. anlatılanlar doğrudan doğruya hikayeyi etkileyecek. sonuç aslında belli; "verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz."

    annem bana silahlarla oynama dedi.




    ben de turuncu yoyomu 2 defa çevirebiliyorum. aslında yoyo yazısı hazır. ama biraz daha heyecanlanalım. videoyla idare edelim şimdilik.

    gol... bu kadar basit değil.


    kaptan tsubasa. hepimiz dalga geçiyorduk belki ama seyretmiyo muyduk sanki? kendimizi kandırmayalım. ayrıntı daha sonra. şimdilik topa sadece düz vuruyoruz. kartal vuruşuna geçmedik.

    eternal life (tahlil)

    kabusa giriyosun. sadece bi rüya diil bu.sakin sessiz bi gitar önce.
    sanki birazdan olacaklar için seni uyarmaya çalışıyo gibi.ve oldu işte
    kabusun içindesin.hayatın ta kendisi bu. "eternal life is now on my trail
    got my red glitter coffin man, just need one last nail"

    ilk saldırı bu beynine.ve daha sonrakiler için zemin hazırlıyor.sonunda neler olacağını bilseydin asla bulaşmazdın.ama artık tam ortasındasın.
    "and as your fantasies are broken in two did you really think this bloody road would
    pave the way for you.you better turn around and blow your kiss hello to life eternal ANGEL"

    şoka girmeye hazırsın artık.az sonra olacaklar hayatını karartmaya devam edicek ve senin bu büyülü sese karşı hiç bi savunman yok. "crown my fear your king at the point of a gun all i want to do is love everyone"
    ve sonra yine geliyor.ilkinden etkilenmediysen bu sefer bikere daha kurtulabileceğini mi sanıyosun?

    and as your fantasies are broken in two
    did you really think this bloody road would pave the way for you
    you better turn around and blow your kiss hello to life eternal
    ANGEL

    artık farkettin ki bişeyler oluyo ve sen aciz durumdasın. o sırada jeff en sakin sesiyle aslında ne yapman gerektiğini söylüyo "there's no time for hatred, only questions" bi an huzur duyuyosun ama sonra seni yıkan patlama, tıpkı hayatta olduğu gibi herşeyin iyiye gidiceğini düşündüğün zaman karşına çıkıyo.bağıra bağıra.en üsten düşmek en fazla canını yakar

    what is love? where is happiness? what is life? where is peace?
    when will i find the strength to bring me release?
    hala ümidi var ama.
    tell me where is the love in what your prophet has said
    man, it sounds to me just like a prison for the walking dead


    sendeledin ve kroke drumdasın artık.hayatınla ilgili herşey sarsılmış durumda.
    artık sağlıklı düşünmene imkan yok.herşeyin hayal olmasını istiyosun ama duyduğun acı hayal olamayacak kadar canını yakıyo. jeff sonra kurtuluş için son mesajını veriyor.

    and i've get a message for you and your twisted hell
    you better turn around and blow your kiss goodbye to life eternal ANGEL


    ve bu aslında son darbeydi. sonrası ise artık mükemmel bi sesin inanılmaz çığlıkları ve yardım isteği.artık çırpınamazsın bile.sadece inlemeler var

    ANGEL ANGEL
    inlemeler de biter.hayat da. ıııh

    mezardasın. en dip orası çünkü.

    buna dayanamıyorum!







    ağzı açık izlemek yetmedi. karakter analizleri sonunda zayıf bünyeler etkilenebilir. tedbiri elden bırakmamak gerek... hadi ordan. büyük partiler daha sonra. buna dayanabilecek misiniz?

    peki ya charlie?

    bir kahramana ihtiyacımız var. tesadüflere inanır mısınız? yoksa bu sefer konumuz seçimlerle mi ilgili olsa? farketmez. hikayemizin temelleri bu 3 karikatürde. sıradan değil özenle seçilmiş 3 bant. zira karakter temelin ta kendisi.






    komik mi! hayattan bahsedicez.

    sadece bir giriş bu. ayrıntı hikayenin tamamı zaten.

    herşeyin başı "stay"



    sıradanlığın yok olması için sürpriz değişiklikler gerekir ve her hikaye başlamak için bu noktayı seçer. siz hiç bernard butler dinlediniz mi? kırmızı gitarını gördünüz mü?

    hikaye bu sefer bir kızla değil bir çocukla ilgili. ama son kez vurgulanıyor. hikayenin başı ise tam olarak "stay". başlıyoruz.


    Bernard Butler - Stay



    daha sonra bu konuya tekrar giricez. hmmm belki de hiç çıkmıyoruzdur ki! bilmiyorum.