Çarşamba, Ağustos 30, 2006

badly drawn boy ve yeni albümü


yeni albüm haberleri gırla giderken ingilizlerin kötü çizilmiş çocuğu Damon Gough'da yeni albümünü hazırlamış. "Born in the U.K." 16 ekimde yayınlanıyor. albümün ilk singleı "Nothing's Going To Change Your Mind" ise 2 ekimde.

2000 yılında ilk albümü "the hour of bewilderbeast" ile mercury prize kazanmasıyla başladığı kariyerini 2002'de "about a boy" filminin soundtrackini yaparak sağlam temellere oturtmuştu. solo şarkıcı için çok da iyi sayılmayacak sesine rağmen yeteneğiyle bu açığını harika kapatıyor. saçı sakalı birbirine karışmış hırpani, bohem görüntüsü, kafasındaki beresi değişmeyen halleri ama john lennon, elliot smith, richard hawley gibi tatlı, duygulu, melankolik yer yer çocuk şarkısı gibi neşeli melodilerle görüntüsünü müziğine pek yansıtmıyor. o görüntünün altında iyi bir adam ve başarılı bir müzisyen var (keşke hep öyle olsa). onunla ilgili çok fazla söyleyeceğim bişeyim yok aslında. biografi olayına da pek girmek istemiyorum çünkü bu şekilde türkçe pek çok kaynak bulunabiliyor onunla ilgili. söylemek istediğim şey keşke dinlediğimizde onun gibi huzur veren yetenekli adamların sayısı artsa.

çıkacak olan albümün ilk hiti, albümün açılış şarkısı "Born in the U.K."ın klibi de hazır. buyurun izleyelim + dinleyelim.
bu dünya kimseye kalmaz.

Born In The UK

görelim blackbud'ı birazcık da


albümleri "from the sky" yayınlanalı 1 ay oluyor. artık yavaş yavaş isimleri de duyulmaya başladı. daha önce burada da linklerini verdiğim görüntüler dışında yeni olarak "heartbeat" videosu da yayınlanmaya başladı youtube'da. aslında biraz canım sıkıldı diyebilirim çünkü şarkıyı azıcık kırpmışlar. ama hiç farketmez, blackbud çok çok sağlam geliyor. buyurun izleyin.

Blackbud- Heartbeat

Salı, Ağustos 29, 2006

bölük pörçük manicler, birleşip de gelecekler.

Image Hosted by ImageShack.us

her daim müzikleri değil de gitaristleri Richey James Edwards'ın ortadan kaybolması ve "4 real" doğraması konusu daha fazla konuşulan manic street preachers'ın iyi bir dinleyicisi olduğumu söyleyemem. onlarla ilgili bişeyler anlatmaya kalksam yarım yamalak bişeyler çıkacak ortaya o yüzden hiç bulaşmamakta fayda var. ama bu ilgili haberlerini vermeme engel değil tabi ki.

solist James Dean Bradfield'in temmuz sonunda solo albümü "The Great Western"i yayınlaması grubun dağılma sinyali olarak gözükmedi. zira basçı Nicky Wire de 2006 başlarından beri solo albümü için uğraşıyordu ve ikisi de durumdan çok memnundu. Nicky Wire'in de albümü "I Killed The Zeitgeist"in de 25 eylülde yayınlanacağı açıklandı. ayrıca yeni manics albümünün de çalışmalarına başlanmış.

James Dean Bradfield'in myspacei ve Nicky Wire'in myspaceinden 3'er şarkılarını dinleyebilirsiniz deyip özellikle nick wire'in "the shining path"ine de dikkat çekeyim.

tabi bir bernard butler fanatiği olduğumu blogu okuyup da bilmeyen kalmamıştır. her konuya onu bulaştırabileceğimi biliyorsunuz. eh konu manics olunca youtube sağolsun daha önce bernard butler konusunda sunduğum bernard butler-manic street preachers düetlerini size hatırlatmadan geçmeye de hiç niyetim yok. The Holy Bible albümlerinin 3. singleı "she is suffering"de yer alan ikisi de bernard butler'lı "stay with me" ve suede şarkısı "the drowners" coverını da vereyim tam olsun. sizin için daha ne yapabilirim bilmiyorum.


Manic Street Preachers Featuring Bernard Butler - Stay With Me (live)

Manic Street Preachers Featuring Bernard Butler - The Drowners (suede cover, live)

albert hammond jr solo albüm


the strokes gitaristi albert hammond jr'ın solo albüm çıkartacağından daha önce shoutboxta bahsetmiştim. "yours to keep" isimli albümde yanında matt romano (davul) ve josh lattanzi (bas) var. zaten the strokes'un kankaları olarak anılan ben kweller, sean lennon ve adam green'in de albüme katkıları varmış. ayrıca The Strokes manageri ryan gentles ve solist julian casablancas onaylı ve destekli bir albüm. çıkış tarihi 9 ekim ama myspace yine her zamanki gibi biraz daha hızlı. üç şarkı için buyurun Albert Hammond Jr.'ın myspaceine.

bişey söylemeden edemem. gitarı çok komik tutmuyor mu bu adam sizce de?

Pazar, Ağustos 27, 2006

charlie brown (karakter tanıtımı)

bu yazının amacı eğlendirmek değildir. eğlenceli bir yazı da değildir.
işte charlie brown'un hikayesi 2 ekim 1950 yılında yayınlanmış bu bantla başlar:


Image Hosted by ImageShack.us

charlie brown peanuts'ın baş karakteridir. kocaman yuvarlak kel kafalı, üstünden hiç çıkarmadığı siyah zigzaklı sarı tişörtü dış görünüş özellikleridir. ama charlie brown'u charlie brown yapan ve anti-kahraman adıyla anılmasının nedeni bu özelliklerinden ziyade yaşına göre oldukça fazla olan psikolojik sorunlarıdır. asla sözünü geçiremediği bir köpeği (snoopy) vardır (ona köpek demek ne kadar doğrudur bilmiyorum). en yakın arkadaşı linus van pelt, charlie'nin asla olamayacağı kadar enteldir. kardeşi sally brown her tartışmalarında üste çıkabilecek kadar konuşkandır. linus'ın ablası lucy van pelt her fırsatta charlie'yle dalga geçer, charlie'nin hatırlamak bile istemediği gerçekleri yüzüne vurarak onu yıpratır. futbol topuna vurmasına asla izin vermez. ne bahtsızlık ki charlie lucy'yi psikolojik danışman olarak seçmiştir.

ilk kez televizyonda maç seyrederken gördüğü kizil saçli küçük kıza aşık olmuştur. cesaretini toplayıp bunu ona söylediği gün malesef okulun son günüdür ve cevap almak için uzun süre beklemesi gerekmektedir. tanıdığı insanlar arasında en erkek fatma karakteri peppermint patty kendisine erkek arkadaşı gibi davranır. charlie bu durumdan rahatsızdır. ama bilir ki kendisine olsa olsa sadece bu tür birisi aşık olabilir (patty'nin gözlüklü arkadaşı marcie dışında.ama charlie bunu asla bilemeyecektir). bir ara bir kız arkadaşı olmuştur ama farklı şehirlerde yaşadıkları için truffles ile yalnızca bir defa görüşebilmiştir.
Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us
---snoopy--------linus----------sally----------lucy-----------patty----
Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us
----marcy-------truffles--- (rerun, schroeder, woodstock, pigpen gibi karakterlerle daha sonra "peanuts" konusunda ilgileneceğim)

charlie'nin sorunları sadece bunlar değildir. okulda öğretmeniyle arası iyi değildir. cevabını bilmediği bir soru sorulduğunda yanakları pembeleşir, eli ayağı birbirine dolanır. sakardır. baseball takımının coachu ve atıcısıdır. ama hiç sayı yapamamıştır ve henüz maç kazanamamıştır. uçurtma uçurmayı çok ister. ama uçurtma yiyen ağaç yüzünden hiç başarılı olamamıştır. önem verdiği şeylere kimse önem vermez. babası berberdir, traşlı düzgün saçlı bir yaşamı olabilecekken seyrek saçlı doğacak kadar bahtsızdır.

çevresindeki insanların arkadaşı değil sadece tanıdığı insanlar olduğunu düşünür, arkadaşı olmadıklarını bilir. hiçbirşeye hayır diyemez, zira karşısındakini kırmaktan korkar. belki bigün okuldan eve dönerken yalnız olmayacaktır, ümidi budur. bütün bunlara rağmen arasıra da olsa ellerini ceplerine sokup ıslık çalarak eve dönmeyi sever.

charles schulz'un muhtemelen kendisini düşünerek çizdiği "anti kahraman" ve çizgi tarihinin spider-man'le birlikte psikolojik sorunları hikayelerde en fazla irdelenen karakterdir.
Image Hosted by ImageShack.us
yalnız olduğunu ve ondan nefret ettiğinizi biliyor artık. bunu kabullendiği için de gülebiliyor.

Cuma, Ağustos 25, 2006

9 yıl sonra portishead. nihayet.


trip hop başkenti bristol'un massive attack'le beraber başkanlığını paylaşan portishead Dummy (1994) ve Portishead (1997) albümlerinden sonra sonunda yeni albümle geliyor. tabi bu yeni bir haber değil ama yeni albümden bişeyler duyulmaya başladı. portishead myspace sayfasında 2 şarkısını (greek jam ve key bored 299 03) yayınladı. muhtemelen Beth Gibbons'ın muhteşem yorumuyla da süslenmiş hallerini de dinleyeceğiz yakında.


edit: şanslıyız. keybored 29903'ün mp3ünü de buldum. buyurun:
portishead-keybored 29903

Perşembe, Ağustos 24, 2006

oturdum, avundum, planımı yaptım.


şurda kalmış 9 gün. grupların sahne saatleri belli olmuş meğer. ben farkında değildim. programımı yapasım geldi ben de yaptım.
2 eylül cumartesi: 1 eylül cuma gecesi popcorn'u saymazsak (zira yetişebileceğimi sanmıyorum)festival burn sahnesinde 12:00 de Aydilge kızımızla başlıyor. tabi ilk heyecanla onu seyredeceğime eminim. aslında yeni türk gruplar/şarkıcılarla aramın pek iyi olmamasından dolayı aydilge'yi hiç dinlemedim. merak ediyordum iyi olacak.
saat 13.45'te dandadadan var. ki festivalde en severek dinleyeceğim gruplardan biri olacağına eminim. geçen seneki (her ne kadar kendileri memnun olmadıklarını söyleseler de) muhteşem tamburada performansından sonra kadrodaki bikaç değişiklikle dandadadan adını alan grubu siz de sakın kaçırmayın. hemen arkalarından da ilginç bir isveçli grup var. 15.45'de pet shop boys tribute grubu "west end girls" bize pet shop boys şarkıları sunacaklar. dandadadan ve west end girls'ü aynı anda ana sahnedeki hayko cepkin ve yüksek sadakat'e tercih edicem yani.
şayet west end girls'den yeteri kadar hoşlanmazsam 16.40'daki mercury rev'in performans başlangıcını kaçırmayacağıma eminim. bu yaklaşık 15 yıllık amerikalı grubu pek sevdiğimi söyleyemem. 1998 çıkışlı "deserter's songs" son albümleri "the secret migration"ı dinledim ve ikisinden de çok sıkıldım. bu bayık grubun bizi baya sıkacağını düşünüyorum.
ama bu inişin bir de çıkışı var. 18.00'da
gogol bordello 'yu kaçıran pişman olur. ben de kaçırmam.
aslında bundan sonra burn sahnesine gitmek gibi bir planım yok. ama 19.20'deki şebnem ferah konseri sırasında yemek yemeyi planlıyorum. sonlarına doğru da önlere doğru hareketlenebilirsem kendimi şanslı sayıcam. aslında çok fazla sevmediğim kasabian ve nispeten biraz daha çok sevdiğim muse'u dikkatli izlemeyi planlıyorum. muse'ta hiç ummadığım kadar eğleneceğimi de düşünüyorum ayrıca.
3 eylül pazar: sabah yine burn sahnesinde 12.00de başlıyor. dorian'ı biraz da mecburiyetten olmak üzere izlemeyi düşünüyorum ama yemekle de zaman geçirebilirim sanırım bu sürede. ama saat 14.00' da asla ama asla kaçırmayacağım ve en önü hedef seçtiğim direc-t var. bilge ve arkadaşlarının kendi şarkıları ve coverlarıyla en eğlenceli gruplardan olacakları kesin. umarım "blister in the sun" da çalarlar. vega ve ogün sanlısoy'la da hiç işim olmaz.
fakat bundan sonra 18.00 duman 'a kadar programım boş görünüyor. her ne kadar alman grubu olsa da solisti irlandalı Reamonn Garvey ile azıcık, birazcık ada müziği esintileri sağlayacak reamonn dinlemeyi düşünebileceğim bir grup. bu sürede arkadaşlarla biraz zaman öldürücem gibi görünüyor.
duman'la beraber ana sahneye yine odaklanıcam. zira 19.20'deki
the sisters of mercy en merak ettiğim performanslardan.
hemen arkasından da 21.05te ümit vaadeden gençler kategorisinden editors'ü kaçırmaya niyetim yok. aslında tek albümleri "the back room"u sevdiğimi söyleyemem. koca bir albümden "hmm bu şarkı diğerlerinden iyiymiş" diyebileceğim hiçbir şarkıya rastlamadım çünkü. merakla çalmalarını bekleyeceğim hiçbir şarkıları yok. zaten joy division ekolünden geliyorlar ve bu ekolün gruplarını de pek sevemedim. konser performanslarının da pek iyi olmadığı yorumlarını okumuştum. pek ümitli değilim bu ümit vaadeden gruptan açıkçası. sadece kendimi kandırmak için ümit vaadeden falan diyorum o kadar.
ve son olarak 22.50 placebo. benim için ilk değil placebo konseri. 2000de de seyretmiştim. daha o yıllarda bile placebo'nun artık eskisi gibi olmadığını düşünüyordum. şimdi ise bunu daha fazla düşünüyorum. geçen 6 senede neler daha kaybetmişler merak etsem de ilk iki albümleri hatırına yine de merak ediyorum onları. acaba brian yine "aaa brian molko erkek gibi" cümlesini kurdurabilecek mi bakalım bana.
inşallah programımda terslik olmaz. herşey yolunda gider.


daha önce yazdığım avunma yazısını da okumak isterseniz buyurun.

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

strangelove

Image Hosted by ImageShack.us

dikkat! bu ismi daha önce duymadıysanız hayatınızın dönüm noktalarından birinde olabilirsiniz. strangelove ve patrick duff için hazır olun. ve eğer umursamıyorsanız da çekip gidin burdan zira size söyleyecek hiç bir şeyim kalmadı benim. bunun yapabileceğim en büyük iyilik olduğunu düşünüyorum. başlıyoruz.

90'ların başında ingilterede kuruldular. kadroları Patrick Duff (vokal,piano), Alex Lee(gitar, keyboard,back vokal),Julian Pransky-Poole(guitar),Joe Allen (bass), John Langley(davul,back vokal) şeklinde. discographyleri:
Time for the Rest of Your Life (1995)
Love & Other Demons (1996)
Strangelove (1997)

alternatif rock, indie-pop sularında gidip gelen inanılmaz bir grup strangelove. ilk albümleri "Time for the Rest of Your Life"la beraber kısa sürede radiohead ve suede'in dünya ve ingiltere turnelerinde ön grup olarak sahne almaya başladılar. tüm albümlerdeki tüm şarkı sözleri solist patrick duff'a ait. fakat tüm marifetinin bu kadar olduğunu sanarsanız şayet Q dergisinin onun sesiyle ilgili yorumunu da duymalısınız; "scott walker tarafından yetiştirilmiş morrissey gibi". bu yeterlidir umarım neyle karşı karşıya olduğumuzla ilgili.

2. albüm "Love & Other Demons"a grubun hayranlarından brett anderson (-ki bir röportajında onlardan dünyanın en iyi grubu olarak bahsetmiştir) da bulaşmış. brett-patrick düeti "she's everywhere" hayatınızda duyabileceğiniz en mükemmel şarkılar arasına hiç zorlanmadan girer. "sway" için de en duygusal şarkılardan biri dersem hiç yanılmam zira melodisinin hassas bir anında yakalayacağı birisini ağlatmaması imkansız. inanın çoğu zaman onu dinlemeye korkuyorum. aslında bu öyle müthiş bir albüm ki her şarkıya tek tek bu tür yakıştırmalar yapabilirim ama "Living With The Human Machines","20th century cold","Casualties"ın adını yazıp bırakayım en iyisi. zira bitiremem gibi geliyor başka türlü. üstelik daha önümüzde bir mükemmel albüm daha var.

3. ve son albümleri "Strangelove" ise belki de grubun en üst noktaya ulaştığı albüm. "Superstar","Freak","Someday Soon","Wellington Road","The Runaway Brothers"... gerçekten duramıyorum ve "Mona Lisa" da diyip bırakıyorum. çünkü anlatmakla başaramayacağım kadar mükemmeller. inanılmaz bir melodi bolluğu var strangelove şarkılarında. eğer şiir seviyor olsaydım hiç çekinmeden şiir gibiler derdim onlar için inanın. ama "aslında daha da iyiler" derim hemen sonra.


fakat "strangelove" albümünden sonra 1998'e kadar sadece birkaç single yayınlayarak idare ettiler. ve sonunda da dağıldılar. bunda belki de en büyük etken patrick duff'ın alkol sorunuydu. zira asla ayık gezmediği şeklinde söylentiler var. bundan kurtulmak için kliniklerde uzun süreli tedaviler görmüş. 2005 yılında ise solo albümü "Luxury Problems"ı yayınlayarak belki de ben iyiyim dedi. ama bu albümü ne kadar uğraşsak da bulamıyoruz. muhteşem olduğuna hiç şüphem yok. birgün elimize geçecektir ve patrick yine büyüleyecektir. strangelove dağıldıktan sonra "moon" isimli bir grup kurduğu ama bu grubun albüm çıkaramadan dağıldığı da rivayetler arasında. ayrıca 83 yaşındaki güney afrikalı müzisyen Madosini Manqina ile yaptığı bir takım deneysel çalışmaları youtubedan (
buradan ve buradan) ulaşabilirsiniz. patrick duff'ın myspace sayfasında da albüm dışı bazı kayıtları mevcut.

grubun diğer üyelerinden gitarist alex lee'de 2002'den itibaren suede kadrosunda yer aldı. brett anderson, bernard butler'ın suede'i terketmesi ve yerine gelenlerden neil codling'in de hastalığı nedeniyle boşalan suede kadrosunu çok sevdiği strangelove'ın gitaristiyle doldurdu ve beraber "a new morning" albümünü doldurdular.

lütfen bu vereceğim linklerle yetinmeyin. hemen bulabileceğinizi bilsem, en yakın müzik markete gidip albümleri edinin derdim ama mümkün olmadığını senelerdir biliyor olmamdan dolayı diyorum ki; hangi download programını kullanıyorsanız, hemen strangelove yazıp arayın ve ne çıkarsa hepsini indirin. bi de artık strangelove deyince aklınıza sadece stanley kubrick & peter sellers veya depeche mode gelmesin lütfen. boşuna uğraşmış olmayayım.


strangelove - sway
strangelove - she's everywhere
strangelove - 20th century cold
strangelove - mona lisa
strangelove - superstar
strangelove - freak

Image Hosted by ImageShack.us

gogol bordello


ne yazık ki güzelim halkım gençleri rock'n coke 2006 yı hala placebo ve muse festivali zannetmekle meşgulken kökenleri ukrayna'ya dayanan amerikalı çingeneler gogol bordello'yu atlama gafletiyle de meşguller.



discographyleri şöyle:
2002 Voi-La Intruder
2002 Multi Kontra Culti Vs. Irony
2004 J.U.F.
2005 East Infection
2005 Gypsy Punks Underdog World Strike

çernobil felaketinden kaçarak çeşitli balkan ülkelerinde göçmen olarak yaşamış ve yolu amerikaya düşmüş, sahnede hiç durmamacasına hoplayıp zıplayan ve daha sonra biraz daha hoplayıp zıplayan solist eugene hütz önderliğindeki grup müziklerini de Birthday Party ve Einstürzande Neubauten gibi gruplardan edinmişler. sahneye grup değil de daha çok ordu kalabalığıyla çıktıklarını da belirtmek gerek. çingene kültürü, müziği, giysileri hepimizi çok fazla eğlendirecek emin olabilirsiniz+yanına bir de punk çılgınlığı ekleyeceğiz çünkü. eugene hütz'ün detone ve yer yer aslan kükremelerini andıran vokaline de dikkat. ayrıca zaten her müziği güzelleştiren balkan tarzı kemanlara da dikkat. özellikle bayık mercury rev sonrası ilaç olacak. sakın kaçırmayın ve mümkünse dinç halde bekleyin onları. zira yorulacaksınız. ama bunu onlardan beklemeyin. kimi konserlerinde seyirciyi de sahneye alacak kadar da cesurlar. ama burda muse seyircisinin bunu yapacağını sanmıyorum. yine de büyük eğlenceye hazır olun. çok tanıdık gelecek melodiler eşliğinde gogol bordello zaten başlıbaşına bir festival çünkü. dansözlü mansözlü.

"everything is illuminated" filminin soudtrackinde de yer alan "start wearing purple"ın özellikle dikkat edilesi olduğunu söyleyip şarkılarla başbaşa bırakayım sizi.

gogol bordello - start wearing purple
gogol bordello - think locally, fuck globally
gogol bordello - santa marinella
gogol bordello - mishto
gogol bordello - not a crime
gogol bordello - never young

Salı, Ağustos 22, 2006

the killers ve "when you were young"


brit-pop'a amerika'dan, las vegas'tan destek olan the killers'ı tanımayan kalmamıştır herhalde. kaldıysa da birazcık araştırıversin. herkes tanıtıyor, benim de yapmama gerek yok sanırım. ama sadece şunu söyleyeyim ki son yıllarda çıkan benzeri eğlenceli gruplar (isim de vericem kasabian, the repture, razorlight) arasında bence en eğlencelileri. tek albümleri 2004 çıkışlı "hot fuss"tan Somebody Told Me ve Mr. Brightside (mtv'den 2005 en iyi çıkış ödülünü aldılar bu şarkıyla)'ı artık bilmeyen yoktur. eh durum böyle olunca geçmişlerine değil geleceklerine bakmak daha iyi olur ve geleceklerinde yepyeni bir albüm var. "sam's town"un çıkış tarihi 2 ekim olarak açıklandı ve şarkı listesi de şu şekilde:
1. "Sam's Town"
2. "Enterlude"
3. "When You Were Young"
4. "Bling (Confession of a King)"
5. "For Reasons Unknown"
6. "Read My Mind"
7. "Uncle Jonny"
8. "Bones"
9. "My List"
10. "This River Is Wild"
11. "Why Do I Keep Counting?"
12. "Exitlude"
13. "Where The White Boys Dance" (bonus track)

solist Brandon Flowers'ın favori şarkısı olarak bonus "Where The White Boys Dance"ı açıklamış. daha önce haberler shoutboxında linkini de vermiş olduğum ilk single şarkıları "When You Were Young"ın youtube sağolsun taptaze videosuyla başbaşa bırakayım sizi. şarkıya bayıldım belli oluyor di mi? olmuyor mu? şarkıya bayıldım.(sanırım oldu) buyurun:


The Killers - When You Were Young

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

the sisters of mercy

Image Hosted by ImageShack.us
3 eylül günü hezarfen havaalanının ana sahnesine dikkatli bakanlar, aslında onlara sorulsa muhtemelen "daha karanlık bir saat yok muydu?" diye soracakları bir saatte (19:30) her daim kapkara gözlüklü, sarışın, elindeki sigarasından 7-8 saniyede bir nefes çeken, küçük dağları ben yarattım edasıyla sahnede (sadece bir sağa bir sola) salınacak olan Andrew Eldritch ve grubu The Sisters Of Mercy'i görecekler. alternatif, post punk, indie-rock yaptıklarını söyleyebilsek de temeli 70'lerin sonunda bauhaus'la atılmış "goth" müziğin en önemli temsilcisi diyerek olayı tek bir tarza bağlayabiliriz. evet siyah makyajlı, simsiyah giysili gothic kızlarımız/oğlanlarımız belki placebo için gelecekler ama gothicin en önemli adamları aslında orada olacaklar.

grup 1980'de solist-kara melek Andrew Eldritch tarafından leeds'te kurulmuş. Eldritch ve davulcu Doktor Avalanche dışında grubun diğer elemanları her albümde değişmiş. discographyleri şöyle;
First and Last and Always (1985)
Floodland (1987)
Vision Thing (1990)
Some Girls Wander By Mistake (1992)
A Slight Case of Overbombing (1993)

tarzlarında leonard cohen'in karanlıklığı, iggy pop'un the stooges'inin temposu, yer yer motörheadvari vokalleri bulmak mümkün. gothic maskesi de indirilirse eğer onlar tam bir indie grubu. ayrıca uzuun uzun sallanabileceğiniz uzuun şarkıları da karakteristik özelliklerinden. özellikle "are you living for love" nidalarıyla inleyen "under the gun"ı öneririm. 1993 yılında yayınladıkları toplama albümden sonra plak şirketleriyle aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden bir daha yeni albüm yayınlamadılar. bunun yerine çok sayıda turneye çıkıp yeni şarkılarını bu şekilde tanıtıyorlar. yani sahne tecrübeleri inanılmaz fazla.

90'ların ortalarında bir ara hayran kitlelerini arttırmak uğruna siyahtan farklı renkler de giymeye başlamışlar. ama huylu huyundan vazgeçememiş. rock'n coke'ta nasıl görüneceklerini çok merak ediyorum. hiç şüphem yok ki en iyi performanslardan olacak. amerikadaki hayranları kendilerini "death rockers", italyadakiler "wavers", genel olarak da "reptiles" olarak adlandırmaları da neyle karşı karşıya olduğumuzun göstergesi aslında.
bir örnek de southpark'tan vericem ben. sıkı takipçiler onları gayet iyi bilirler. ey the sisters of mercy bilmeyenler, işte bunlarla karşı karşıyasınız:

the sisters of mercy - this corrosion
the sisters of mercy - temple of love
the sisters of mercy - more
the sisters of mercy - lucretia my reflection
the sisters of mercy - under the gun

Cuma, Ağustos 18, 2006

tim buckley

Image Hosted by ImageShack.us

buckley adını bu sefer baba buckley için anıcaz. yine bir erken ölüm hikayesiyle biticek.

60'ların başında psychedelic rock besteleriyle başladı müziğe. kısa sürede çok başarılı bir söz yazarı olduğunu da kanıtladı. los angeles'ın folk kulüplerinde çalarken frank zappa'nın menejeri tarafından keşfedilip 1966da kendi adını taşıyan ilk albümünü çıkardı. bu albüm sadece 3 günde kaydedildi ve aslında çok da başarılı olmadı. bu yıl onun için önemli bir yıl. zira oğlu jeff de bu yılda doğdu. fakat tim buckley'nin bu pek de umurunda değildi sanki. jeff henüz 6 aylıkken onu terkedip müziği seçti. tim buckley'nin discografisi şöyle:

1966 Tim Buckley
1967 Goodbye and Hello
1969 Blue Afternoon
1969 Happy Sad
1970 Lorca
1970 Starsailor
1972 Greetings from L.A.
1973 Sefronia
1974 Look at the Fool

ilk albümlerinde hippi kültürü, LSD tripleri ve zamane gençlerinin yaşam değerlerini yansıtarak zamanın en önemli müzisyenleri arasına girdi. fakat daha sonraki albümlerinde avangart jazz, jazz-rock, folk birleştirmeleri denemeleri dinleyicilerini yitirmesine neden oldu. zamanında pek tutulmamış olsa da starsailor albümü ağzı açık bırakacak denemeler içeriyor. "starsailor" şarkısındaki kaosu bugün deneyen pek çok grup olduğu kesin.(ingiliz "starsailor" grubunun isim babasıdır ayrıca. "starsailor" ilk kurulduğu yıllarda da tim buckley tribute grubuymuş zaten.)

starsailor'dan da para kazanamayınca ticari işler yapması gerektiğini anlayıp "greetings from l.a." ile kendi istediği değil ondan istenen şeyleri yapmaya başlar. diğer iki albümünde de devam eder. yaşam tarzı da fit olmaya yönelmiştir. hatta 8 yıl sonra ilk kez oğlu jeff ile de görüştüler.fakat sadece 9 gün. 2 ay sonra da tim buckley bir konser sonrası aslında temizlenmiş olan vücudu, burnundan aldığı kokain zannettiği eroin-morfin karışımını kaldıramayıp öldü.

jeff buckley onunla ilgili şunu der: "özelliklerimiz aynı olabilir ama dışavurumum babamınkinden çok farklı. o adamla ilgili her şeyi başkalarından öğrendim. babamın benim üzerimdeki etkisi, yokluğu. beni annem büyüttü." babasının cenazesine bile çağırılmamış olan jeff 1991de onun adına düzenlenen bir konserde tim buckley bestesi "i newer asked to be your mountain"i söylemiş. aslında bu konserin de onun kariyerinin en önemli adımlarından olduğu söylenebilir. "what will you say"i de babası için yazdığı söylenir.

tim buckley - starsailor
tim buckley - song to the siren
jeff buckley - i newer asked to be your mountain

longpigs ve richard hawley

Image Hosted by ImageShack.us

bir tanecik brit-popumuzun en karışık gruplarından biri longpigs. 1994'te pulp'ın memleketi sheffield'ta kuruldular. vokalde Crispin Hunt, gitarda Richard Hawley, basta Simon Stafford ve davulda Dee Boyle var.
ilk albümleri "The Sun Is Often Out" 1996 çıkışlı. bundan sonra grup içinde büyük tartışmalar olmuş ve yaklaşık 4 seneyi albümsüz geçirmişler. hatta bu dönemde sadece 5 şarkı çalıp indikleri konser bile mevcut. bütün bunlara rağmen ikinci albümleri "Mobile Home"u da yayınlayıp huzur içinde dağılmışlar.

longpigs dinlenmeye başladığında önce bir şaşkınlık hali alıyor insanı. adamın biri pek de düzgün olmayan aksanıyla, hiç çekinmeden bolca detone olarak bağırıp çağırıyor. Crispin Hunt'ın incecik sesi hiç kulak tırmalamıyor. şarkı sözlerinde de hiç mütevazı değiller. söylediklerini ima etmeye değil direk kabul ettirmeye yönelik tavırları var. bunu yapmak için zorlanmıyorsunuz ki bu en güzel yanı belki de. akılda kalıcı ve oldukça çeşitli melodileri de onları sevmek için ayrı bir neden. hiç bir şarkıları birbirine benzemiyor, asla longpigs'in şarkıları şu şarkı gibi diyemiyorsunuz. sadece iki albümde bu kadar çok muhteşem melodiyi bir araya toplamasına rağmen niçin popüler olamadıkları da inanılması zor bir durum.

Image Hosted by ImageShack.us
bu kadar rahat tavırla şarkı söyleyebilen bir vokallerinin olmasının nedenlerinden biri de hiç şüphesiz yanındaki harika gitarist richard hawley. aslında hawley başlıbaşına bir hikaye. morrissey'in grubunda yer almak için denemelere girmesi, all saints, robbie williams, beth orton, perry farrell gibi birçok müzisyenin arkasında çalması bahsedilebilecek hadiseler. ama pulp mevzusu apayrı. longpigs dağılıp hawley'nin kendini uyuşturucu ve alkole vermesinin ardından eski arkadaşı jarvis cocker onu pulp'a devet eder ve this is hardcore'un dünya turnesinde çalmaya başlar. daha sonra da solo albümlerinde destek olup onu bataktan çıkartır. 4 solo albümü var; Richard Hawley (2001), Late Night Final (2002), Lowedges (2003), Cole's Corner (2005). pulp, the divine comedy, morrissey, scott walker ve hatta Frank Sinatra'yı hatırlatıyor şarkıları. incecik, samimi, duygusal, sessizce ağlayan melodilerle kötü günlerinden kurtulmuş richard hawley ve son albümü cole's corner'la 2006 mercury ödülüne aday. belki bu ödülü alamaz ama tatlı ve sevgi dolu müziği bizi kazandı. zaten longpigs'ten beri peşindeydik ki.
longpigs - far
longpigs - she said
longpigs - blue skies
longpigs - gangsters

franz ferdinand boş durmamış.


bbc radio 1'ın live lounge pragamında gwen stefani'nin "What Are You Waiting For"unu coverlamışlar. ben ikisini de vereyim de siz istediğinizi seçin. aklımda "acaba gwen stefani'den dinlemişler miydi ki?" sorusu takılmasın, siz ararsanız ulaşıverin falaan filan... takıntılı olabilirim ama canınızı sıkmak istemem.

franz ferdinand - what you waiting for (gwen stefani cover)

gwen stefani - what you waiting for

aaa pete hala yaşıyor.


babyshambles yeni albüm çıkarıyor. hayret. 18 eylülde. adı da "back on the bus-what goes on tour stays on tour" olucakmış büyük ihtimalle.



şarkı listesi belli olmuş:
beg steal and borrow
french dog blues
sedative
fixing up to go
the blinding
stone me what a life
love you but your e green
palace of bone

side of the road
raise the kaboos
sheepskin tearaway
i wish


beg steal and borrow'u indirin isterseniz.

ben sevmem babyshambles. hizmet olsun diye yapıyorum.


Perşembe, Ağustos 17, 2006

üzülmeyelim. biraz tebessüm. jeff buckley'le.

yazmaya karar verdiğimde 17 ağustos saat 03.00'dı. beyin fırtınası beni jeff buckley'e kadar getirdi yine. biraz can sıkıntısını giderir belki jeff'in eğlenmek için yaptığı ufak coverları görmek, dinlemek. kahkahalar atıp çalıyor söylüyor hepsini. jeff buckley'nin eğlenceli yüzü. buyurun:

jeff buckley-smells like teen spirit
Video sent by serdarcharliebrown

Salı, Ağustos 15, 2006

saygı lütfen


5 sene önce bugün boğaz köprüsünden atladı. eşinden ayrılması, geçirdiği depresyon, şehir hayatının yorucu temposuna daha fazla dayanamadığı konuşuldu hep. iki albümü o yaşarken değil öldükten sonra kıymete bindi. özür dileriz. sadece kuru bir özür dileyebiliyoruz. malesef. duyuyordur umarım. çok özür dileriz.

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

get cape wear cape fly


blur ve depeche mode'un essex'ten hemşehrisi 19 yaşındaki Sam Duckworth'un teoride tek kişilik pratikte çok kalabalık grubu get cape wear cape fly.

2004'te silverskin isimli hardcore punk grubundan ayrıldıktan sonra BMS records altında The Remarkable Rocket ve Dave House'la birlikte birer EP ayrıca 5 şarkılık solo EPsi yayınlanmış. 2006'da
i spy ve call me ishmael den oluşan singleı yayınlandı ve bu da albümün habercisi oldu. bu iki şarkıyı burdan indirebilir ya da myspace sayfalarından dinleyebilirsiniz. "Chronicles of a Bohemian Teenager" isimli albüm de geldi geliyor.

kulağa batmayan oturaklı bir sesi var. iddialı, genelde günlük hayatın içinden sözlere sahip akustik şarkılar, yer yer çok kuvvetli elektronik ritmlerle desteklenmiş. hal, tavır bakımından fena halde
gomez'i andırdı bana. aslında kornetçisi, davulcusu, kemancısı, çellocusu ve daha bir çok enstrumanla son derece kalabalık bir sahne ekibi get cape wear cape fly. biraz daha büyüyünce elbow 2 olma ihtimalleri de hiç az değil zira andırmıyor da değil.

daha albümleri çıkmadan ingilizlerin amerikalı bright eyes'e cevabı olarak görüldüğünü de yazalım. ben sevdim ama açıkçası bayılmadım diyip bitirelim.

2005 yılındaki EPsinin ilk şarkısı
Whitewash is Brainwash videosunu da izlemenizi tavsiye ederim. bilgi babında canım.

Cumartesi, Ağustos 12, 2006

brett anderson solo çalışmalarında

Image Hosted by ImageShack.us

tabi ki bu eski bir haber. bernard butler'lı suede, bernard butler'sız suede ve bernard butler'lı the tears'ın ardından brett anderson artık bir süre tek başına takılacağını söylemişti 2005'in aralık ayı civarlarında. o döneme ait şöyle bir röportaj yazısı vardı elimizde;

XFM'e verdiği demece göre , 2006'ın erken dönemlerinde solo albüm yayınlayacağını bildirdi .
Kendisinin bile beklemediği kadar farklı bir çalışma olduğunu söyleyen Brett , "Albümde elektrik gitar yok , tüm gitar bölümlerini ben çaldım ve yaptıklarım arasında bu albüm benim için çok önemli."
Seneye görücüye çıkacak albümünde Brett , Pleasure grubundan Fred Bull ile beraber şarkıları yazmakta . "O iyi bir dost ve de onunla beraber yaptığımız şarkılar gerçekten iyi bir yol almakta"
Albümde meşhur konuklara yer olmadığını vurgulayan Brett Anderson , "Tüm müzisyenler daha önce asla çalışmadığım kişiler . ama en iyisini yapmaktayım . konuk yok , reklam için şaaşalı müzisyenler yok , sadece harika bir çalışma" diye devam ediyor .
Son olarak ise "Solo albümümü tamamlamak için abartmasız , günü gününe studyoya gidiyorum , albümle yatıp kalkıyorum . Son dokunuşları albüme ekliyoruz . Gelecek sene çıkacak ve bu albümden gurur duyuyorum"


haberler albümün 2007'ye sarkabileceği şeklinde. merakla bekliyoruz tabi ki. umarım butler'sız suede zamanlarındaki ışığını, gülüşünü kaybetmiş, boynu bükük, küskün brett'le karşılaşmayız.

ve bonus; dün (10.08.2006) podcast hadisesi dahilinde DiS Radio editörü colin roberts'la yaptığı yaklaşık 40 dakikalık röportajı indirmek için buraya buyurun.

program dahilinde çalınan şarkılar:
Interpol - 'NYC'
The Young Knives - 'Weekends and Bleak Days (Hot Summer)
'Mercury Rev - 'Holes'
Stina Nordenstam - 'Parliament Square'
Suede - 'Everything Will Flow' (demo)

malesef brett'ten yeni bir şarkı yok. şimdilik tek ihtiyacımız iyi bir ingilizce ve tek umudumuz brett'in sözleri.

Cuma, Ağustos 11, 2006

uyusun da büyüsün ninni


uyumanız için hangi ninniyi söylüyordu anneniz? fış fış kayıkçı mı, dandini dandini dastana mı? ben "uyusun da büyüsün ninni" çocuğuyum. annem söylerken suratım küçük emrah vaziyeti alırmış. uyumazmışım sonra da.

bakın adamlar neler yapmışlar bugünün çocukları için; björk, coldplay, led zeppelin, metallica, nirvana, the cure, no doubt, pink floyd, queens of the stone age, radiohead, smashing pumpkins, the beach boys, the eagles, the pixies ve tool'un kimi şarkılarını alıp ziller, çıngıraklar, orglar vb. enstrumanlarla çalarak ninniye çevirmişler. neler neler var, smells like teen spirit, wish you were here, where is my mind... hmmm böyle bitmez, bu grupların aklınıza gelen en tanınmış şarkılarının hepsi.

bi de şimdi düşünün yarının çocuklarını. "ninni diye paranoid android dinliyordum ben arkadaşlar"... aman tanrım. gelecekten korkuyorum.

şarkıların 30ar saniyelik tanıtımlarını dinlemek ve daha fazla bilgi almak için buraya bakabilirsiniz.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

mew

Image Hosted by ImageShack.us

pokemonların en güçlüsünden bahsetmeyeceğim tabi. (hmmm aslında sonrası için hiç de fena bi fikir değil) danimarka'nın şık ceketli, güzel atkılı, sevimli müzikli beyleri konuk. bu siyah halleri kandırmasın sizi. indienin shoegaze kanadından.

jonas bjerre, bo madsen, silas utke graae jorgensen ve daha sonra gruba katılan johan wohlert'den oluşuyor grup. danimarka'da çıkardıkları iki albüm "a triumph for man(1997)" ve "half the world is watching me(2000)"nin ardından sony etiketiyle avrupaya açıldılar. "frengers (2003)" albümü ile oldukça da başarılı oldular. "comforting sounds" ve "she spider" mtv marşları arasına katılmakta zorlanmadı. üstelik yaklaşık 9 dakikalık "comforting sounds" bunu sadece yaklaşık 4 dakikaya indirilmiş haliyle başardı. REM'in dikkatini de çekip (micheal stipe güzel çocukları kaçırmaz) beraber avrupa turnesine çıktılar. "and the glass handed kites (2005)" ise müzik dergileri ve sitelerinden çok iyi not aldı (örneğin pitchfork media'dan 8.4, drowned in sound'dan 9)

jonas bjerre'in sesini ilk duyduğunuzda meleksi tını oldukça etkiliyor. çok sakin bir başlangıç varken şarkının sonu bangır bangır enstrumanlarla bitiyor ki bu enstruman girişleri özel ilgisiz farkedilmeyecek kadar ahenkli. sanırım büyüleyici demek için başka bir nedene ihtiyacımız yok, üstelik elimizde jonas bjerre de varsa. uyumadan önce dinlenecek ninni gibi. hüzünlendiriyor ama sakinleştiriyor ve zihni siliyor sanki. güzel rüya garantisi yok ama kulağınızdan çıkardığınız zaman uyutmayan düşüncelerin hiçbirini o kadar da önemsemiyor oluyorsunuz. (hmmm acaba gündüz yazsaydım bu yazıyı, uyumaktan mı bahsederdim yine?)büyülenmek evet evet. tempo hemen hemen her şarkıda yavaş yavaş hızlanmaya başlıyor ama bunu yapmak için hiç acele etmiyorlar. keyfini çıkarmamızı sağlamışlar. ne kadar uzun olursa olsun bitmesi istenmiyor.
zira son derece rahatlatıcı.

onları düşününce sigur ros'u, radiohead'i ve antony and the johnsons'ı anıyorum ve 2 videoyla başbaşa bırakıyorum sizi.

ah son bir tavsiye; she spider uyumadan önce de çok güzel gidiyor. ben öyle yapıcam.
sizi bilemem.

Mew - comforting sounds.


Mew-She Spider



Salı, Ağustos 08, 2006

iyi davranmak (rehber bölüm 3)

Image Hosted by ImageShack.us

otostopçunun galaksi rehberi 2. kitap evrenin sonundaki restoran bölüm 29'dan alıntıdır.(uzun ama ilginç. tanrıyla ilgili)

"Lombar ağzı açıldı ve üç şekil belirdi, yüzlerini yağmurdan korumak için iki büklüm duruyorlardı.
“Orada mı?” diye bağırdı Trillian, yağmurun sesini bastırarak.
“Evet” dedi Zarniwoop.
“Şu barakada mı?”
“Evet.”
“Tuhaf” dedi Zaphod.
“Ama burası ıssızlığın ortası” dedi Trillian, “yanlış bir yere gelmiş olmalıyız. Evrene bir barakadan hükmedilemez ki.”
Boşanan yağmurun altında koşturarak ilerlediler ve sırılsıklam bir halde kapıya vardılar. Kapıyı çaldılar. Titreyerek beklediler.
Kapı açıldı.
“Buyrun?” dedi adam.
“Şey, özür dilerim” dedi Zarniwoop, “eğer elimdeki veriler yanlış değilse...”
“Evrene sen mi hükmediyorsun?” dedi Zaphod.
Adam ona gülümsedi.
“Bunu yapmamaya gayret ediyorum” dedi. “Islandınız mı?”
Zaphod şaşkınlık içinde ona bakakaldı.
“Islanmak mı?” diye haykırdı. “Islanmış gibi görünmüyor muyuz?”
“Bana göründüğü kadarıyla tamamen ıslanmışsınız” dedi adam, “ama sizin bu konuda hissettikleriniz tamamen farklı olabilir. Eğer sıcağın sizi kurutacağını düşünüyorsanız, içeri girseniz iyi olur.”
Hep birlikte içeri girdiler.
Minik baraka etraflarına bakındılar. Zarniwoop hafif bir hoşnutsuzlukla, Trillian ilgiyle, Zaphod hayranlıkla bakıyordu.
“Hey, eee...” dedi Zaphod, “adın neydi?”
adam onlara tereddütle baktı.
“Bilmiyorum. Niye bir adım olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Bir demet belirsiz duyusal algılamaya bir isim vermek bana oldukça tuhaf geliyor.”
Trillian’ı koltuğuna oturmaya davet etti. Kendisi de koltuğun koluna oturdu, Zarniwoop kaskatı bir halde masaya yaslandı, Zaphod’sa döşeğe uzandı.
“Heeyt!” dedi Zaphod. “Kralın tahtı!” Kediyi gıdıkladı.
“Dinleyin” dedi Zarniwoop, “size bazı sorular sormam gerek.”
“Pekâla” dedi adam nazik bir tavırla, “isterseniz kedime şarkı söyleyebilirsiniz.”
“Bunu sever mi?” diye sordu Zaphod.
“Ona sorsan daha iyi olur” dedi adam.
“Konuşuyor mu?” dedi Zaphod.
“Konuştuğunu hiç hatırlamıyorum” dedi adam, “ama belleğim güvenilir değildir.”
Zarniwoop cebinden bir takım notlar çıkardı.
“Şimdi” dedi, “Evrene sizin hükmettiğiniz doğru, değil mi?
“bunu nasıl bilebilirim?” dedi adam.
Zarniwoop kağıtta bir yeri işaretledi.
“Ne kadar zamandır bu işi yapıyorsunuz?”
“Şey” dedi adam, “bu, geçmişle ilgili bir soru, değil mi?”
Zarniwoop kafası karışmış bir şekilde baktı. Beklediği durum tam olarak bu sayılmazdı.
“Evet” dedi.
“Geçmişin, benim şu anki fiziksel duyularımla zihinsel durumum arasındaki uyumsuzluğu gidermek üzere tasarlanmış bir düzmece olmadığını” dedi adam, “ nasıl bilebilirim ki?”
Zarniwoop ona bakakaldı. Sırılsıklam giysilerinden buharlar yükselmeye başlamıştı.
“Yani bütün soruları böyle mi cevaplıyorsunuz?” dedi.
Adam çabucak cevap verdi.
“İnsanların konuştuklarını duyduğumu sandığımda aklıma gelenleri söylerim. Daha fazlası elimden gelmez.”
Zaphod neşeyle bir kahkaha attı.
“İşte buna içerim” dedi ve ortaya çıkardığı Janx şişesinden bir yudum aldı. Ayağa fırladı ve şişeyi Evrenin hükümdarına uzattı, o da memnuniyetle kabul etti.
“Bu sizin için iyi bir şey, yüce hükümdar” dedi, “içinden geçeni söylemeli insan.”
“Hayır, beni dinleyin” dedi Zarniwoop, “birileri size geliyor, öyle değil m? Gemilerle...”
“Sanırım geliyorlar” dedi adam. Şişeyi Trillian’a uzattı.
“Ve sizden kendileri adına” dedi Zarniwoop, “kararlar vermenizi istemiyorlar mı? Yaşamlarıyla ilgili, dünyalarıyla ilgili, savaşlarla ilgili, orada Evrende olup biten her şeyle ilgili?”
“Orada mı?” dedi adam. “Orası neresi?”
“Orada!” dedi Zarniwoop, kapıyı işaret ederek.
“Orada bir şey olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz?” dedi adam kibarca. “Kapı kapalı.”
Yağmur çatıyı dövmeye devam ediyordu. Barakanın içi sıcaktı.
“Ama orada koca bir Evren olduğunu biliyorsunuz!” diye haykırdı Zarniwoop. “Var olmadıklarını söyleyerek sorumluluktan kaçamazsınız!”
Zarniwoop öfke içinde titrerken evrenin hükümdarı uzun bir süre düşündü.
“Siz gerçekten çok eminsiniz” dedi en sonunda, “Evreni –eğer öyle bir şey varsa tabii- garanti varmış gibi kabul eden birinin düşüncelerine güvenemem.”
Zarniwoop hala titriyordu, ama susmuştu.
“Ben yalnızca kendi Evrenimle ilgili karar veririm” deye sakince devam etti adam. “Benim Evrenim gözlerim ve kulaklarımdır. Bunun dışında her şey söylentidir.”
“Ama hiçbir şeye inanmaz mısınız?”
Adam omuzlarını silkti ve kedisini kucağına aldı.
“Ne demek istediğinizi anlamıyorum” dedi.
“Bu barakada aldığınız kararların milyonlarca kişinin yaşamını ve kaderini etkilediğini anlamıyor musunuz? Bunların hepsi korkunç bir şekilde yanlış!”
“Bilmiyorum. Bahsettiğin bütün bu kişilerle hiç karşılaşmadım. Senin de karşılaştığından şüpheliyim. Onlar yalnızca duyduğumuz kelimelerde var oluyorlar. Başkalarına ne olduğunu bildiğini söylemek, saçmalıktan başka şey değil. Var olup olmadıklarını yalnızca onlar bilir. Onların da kendi gözleri ve kulaklarından oluşan kendi evrenleri var.”
Trillian lafa karışarak dedi ki:
“Sanırım ben biraz dışarı çıkıp hava almak istiyorum.”
dışarı çıkarak yağmurda yürümeye başladı.
“Başkalarının var olduğuna inanıyor musunuz?” diye Zarniwoop üsteledi.
“Hiçbir fikrim yok. Nasıl söyleyebilirim ki?”
“Trillian’ın nesi olduğuna baksam iyi olacak” dedi Zaphod ve dışarı süzüldü.
Dışarıda, ona şöyle dedi:
“Bence evren oldukça emin ellerde, ne dersin?”
“Çok emin ellerde” dedi Trillian. Yağmurda birlikte yürümeye başladılar.
İçeride Zarniwoop devam ediyordu.

“Ama anlamıyor musunuz, millet sizin bir sözünüzle ölüyor ya da yaşamaya devam ediyor?”
evrenin hükümdarı bekleyebildiği kadar uzun bir süre bekledi. Geminin motorlarının çalıştığını belirten hafif sesi işittiğinde onu bastırmak için konuştu.
“O işin benimle bir ilgisi yok” dedi “ben kimseye karışmıyorum. Tanrı bilir ki, zalim biri değilim ben.”
“Hah!” diye bağırdı, Zarniwoop, “işte ‘Tanrı’ diyorsunuz. Sen de bir şeylere inanıyorsun!”
“Kedim” dedi adam şefkatli bir sesle, onu kucağına alıp okşadı, “ben ona Tanrı derim. Ona her zaman iyi davranırım.”
“Pekâlâ” dedi Zarniwoop, iddiasını sürdürerek, “onun varlığından nasıl emin olabiliyorsun? Onun sizin ona iyi davrandığınızı bildiğini ya da sizin iyiliğinizle ilgili olarak onun ne hissettiğini nasıl biliyorsunuz?”
“Bilemem” dedi adam gülümseyerek, “hiçbir fikrim yok. Yalnızca kedi gibi gözüken bir şeye, belirli bir tarzda davranmak beni mutlu ediyor. Sizin farklı bir davranış tarzınız mı var? Rica ederim, sanırım biraz yoruldum.”
Zarniwoop hiç tatmin olmadığını belirten bir soluk verdi ve etrafına bakındı.

Pazar, Ağustos 06, 2006

on a friday

1986 yılında oxford'ta kurulmuş bir okul grubu on a friday. R.E.M., the smiths, echo and the bunny man ve waterboys'tan etkilenmişler.

solistleri "her yerde duygusuzluk ve ilgisizlik hakimdi ve ingiltere'de bizim dışımızda hiç kimse bununla savaşmıyordu. hatta tavrımızın fazla amerikanvari olduğunu söyleyerek bizi uyarmışlardı. ama biz içimizden gelen şeyi yapmaya devam ettik" diyor şarkı sözleriyle ilgili konuşurken. birbirlerinin müzik zevkinden ve seattle kökenli gruplardan hiç hoşlanmadıklarını söylüyor grup üyeleri.

ilk demolarını 1991 yılında kaydettiler. daha sonra 4 yeni şarkıyla beraber 1992 yılında "drill" adıyla EP olarak da yayınlandı bu demo. tabi ki dinleyebilirsiniz buyurun:


on a friday-demo

Courtyard Studios'ta kaydedilen bu demonun arkasından 20'den fazla plak şirketinden teklif almışlar ve EMI ile 6 albümlük sözleşme imzalamışlar. şu anda 6 stüdyo albümleri var ama "on a friday" ismiyle değil. talking heads'in 1986 çıkışlı albümü "true stories"in 6 numaralı, 3 dakika 14 saniyelik şarkısı "radio head"ten etkilenerek aldıkları radiohead ismiyle.

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

south park 10 sezonun tamamı

böyle bişey daha önce görmemiştik. ilk seyrettiğim bölümünde stan'in balığı cinayetler işliyordu. ondan sonra da bi daha hiç kaçırmadım. uzun uzun yazmak istiyorum ama şu anda yapabileceğimi sanmıyorum. sadece anlık bir işe yarama durumuyla south park'ı geçiştireyim. 10 sezonun tüm bölümlerini izleyebileceğiniz bir link vericem şimdilik sadece.
south park-10 sezon

cnbce.com'da komik bir test vardı. onu da copy/paste edeyim ki belki biraz eğlendirir. canınızı sıkmak istemem.

HANGİ SOUTH PARK KARAKTERİSİNİZ?

Hiç tanımadığımız zengin bir çocuğu çok fena dövülmüş, ama hiçbir şeyi çalınmamış bir şekilde kaldırımda yatarken görürseniz ne yaparsınız?
a. Bu bir tuzak olabilir ve ben tehlikelerden korkarım. Hiç durmadan yürümeye devam ederim.
b. Sahip olduğu her şeyini alırım. Bağırıp yardım isteyecek olursa da tekmeyi basarım.
c. Korkudan titrer ve olabildiğince hızlı şekilde oradan kaçarım.
d. Her şeyin yoluna gireceğini söyler ve ‘tensel temasla’ ona destek olurum.
e. Ona sakin olmasını söyler ve hemen yardım bulmaya çalışırım.
f. Acısını dindirmek için ona şarkılar söylerim.
g. Ayağa kalkmasına yardım edip onu evime götürür ve yaralarını sararım.
h. Onu arabama atar ve hastaneye götürürüm.
i. Yanında durup, acınası halini meraklı gözlerle izledikten sonra arkamı dönüp giderim.


SONUÇLAR:

a. Butters, b. Eric Cartman, c. Tweek, d. Big Gay Al, e. Stan Marsh, f. Mr. Hankey the Christmas Poo, g. Kyle Broflovski, h. Chef, i. Kenny McCormick

the good the bad and the queen

damon albarn, clint eastwood hayranlığını sergilemeye devam ediyor. gorillaz çıkış şarkısı clint eastwood'un arkasından yeni grubu için de seçtiği isim sergio leone'nin spagetti westerni "the good the bad and the ugly"e hoş bir gönderme.

hahah yanlış okumadınız evet damon albarn'ın yeni grubu. the good the bad and the queen. üstelik yanındakiler de hiç yabancı insanlar değil. The Clash basçısı paul simonon, The Verve'ün en önemli adamlarından gitaristi simon tong ve nijeryalı davulcu-söz yazarı tony oladipo allen.
eylül ayında single çıkartmayı planlayan grup albüm için de ocak ayını düşünüyormuş. sabırla bekleyelim artık napalım. kadroyu görünce sağlam bir brit-pop albümü hayal ediyor insan.

she wants revenge


yeni joy division'lığı new yorklu interpol'e kaptıran ingiltere cevap vermek için uğraşlar içinde. editors, the deperture gibi gruplar bunun için uğraşadursunlar amerikalılar iddiayı güçlendirmeye devam ediyor. she wants revenge de bunlardan biri.

justin warfield (vokal ve gitar) ve adam bravin (bas ve klavye)'den olusan grubun ( thomas frogatt (gitar, klavye) ve scott ellis(davul) isimli iki de yardımcıları var ama isimleri anılmıyor) albümü 2006 mayısında çıkan kendi isimlerini taşıyan "she wants revenge".

şayet joy division seviyorsanız mutlaka dinleyip bir tadına bakmalısınız. ama benim gibi diğer taraftaysanız onları fazla interpol olmakla itham edip uzak durmayı seçeceğinizi düşünüyorum. zira adı geçen grupların vokallerini sevdiğimi söyleyemem. son olarak diyebilirim ki tear you apart, out of control, these things, i don't wanna fall in love dinlenebilir şarkılar ama bu grubun 3. veya 4. albümlerinin de olabileceğini hiç sanmıyorum. bir süre sonra los angeles barlarında djliğe devam edeceklerdir. sevmedim ben belli değil mi? hele ki blackbud'ı yeni bulmuşken ve boy kill boy da varken.

Cuma, Ağustos 04, 2006

johnny marr resmen modest mouse'ta.


marr ingiliz müzik tarihinin en yetenekli 3-4 gitaristinden biri. biçok gitaristin de ilahı.
the smiths 'te (The Smiths, Meat Is Murder, The Queen Is Dead, Strangeways Here We Come, Rank albümlerinde çaldı) akrabalarıyla beraber iyi günler geçirdi. gruptan ayrıldıktan pek çok önemli insanla çeşitli gruplar kurdu. jeff buckley'nin basçısı olarak tanınan matt johnson'ın anarşik grubu the the (mind bomb(1989) ve dusk (1992) albümlerinde) bunlardan ilkiydi. çok fazla ilgilenmemiş olmalı ki 1991'de de New Order'dan Bernard Sumner ve Pet Shop Boys'dan Neil Tennant ile birlikte (ki Kraftwerk'ten Karl Bartos'u da sayabiliriz aslında) electronic 'te yer aldı. Electronic (1991), Raise the Pressure (1996) ve Twisted Tenderness (1999) albümlerinde çaldı. kuş gibi daldan dala konarken the healers 'la takılmaya başladı yani eski Kula Shaker basçısı Alonza Bevan ve Beatles davulcusu Ringo Starr'ın davulcu oğlu Zak Starkey'le beraber. Boomslang(2003) albümünde çaldılar.

kendine özgü riflerini ilk dinleyişte tanımak hiç zor değil. the smiths'in sadece morrissey'den bahsedilmemesini sağlayan yanı. hatta morrissey'in -davulcuları mike joyce'un da "evet kesinlikle öyle" diyerek onayladığı- "i won't share you"u yazmasına neden olan adam(platonik aşk söylentileri vs).

bernard butler (eski suede) ve ed o'brian (radiohead) her albümde kapak teşekkürlerinde onun adını mutlaka anarlar.

peki bu kadar şeyi neden anlattım? şubat ayından beri beraber çalıştığı modest mouse'a katıldığı resmen açıklandı. bunu söylemek istedim sadece.

Mc Almont & Butler - Speed


güzel bir haberim var. david mc almont ve bernard butler'ın yeni single'larıyla ilgili (7 ağustosta çıkıyor). kısa kesicem, "speed"i dinlemek ister misiniz?
buyurun: Mc Almont & Butler - Speed (56K'ya tıklamanız yeterli)

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

düşmanını tanı (rehber bölüm 2)

her şeyin sonunu düşünmek belki kötü bir şey. konumuz hayat ve şu anki bilgilerimiz, ölümün ne olduğunu bilmediğimiz için bu sonun ölüm olduğunu gösteriyor. iyi son/kötü son. konumuz bununla ilgili.
aşağıdaki yazı yeliz sancaktaroğlu'nun bir dergideki yazısından alıntıdır. bazı eklemeler hariç tabi ki.

LSD (lysergic acid diethylamide) : almanya'da ilaç firmasında çalışan albert hooman tarafından bulunmuş ve denenmiş. 40 dakika içeriside garip duygulara kapılmış. görmesinde ve düşüncelerinde içerisinden çıkılması kolay olmayan gariplikler meydana geldi. acid kullanımı çok değişik tepkilere sebep olabiliyor. eğlendiip güldürebiliyor veya paranoyak yapabiliyor. kısacası beynin algılara karşı değişik tepkiler vermesini sağlıyor. vücuda terle veya emilerek geçirilen lsd, kullanımı durdurulduktan sonra bile insan üzerinde etkisini devam ettiren bir madde. ilaç tekrar alımışcasına halüsinasyon görülebiliyor, durup dururken kısa süre için de olsa flash back hadisesi yaşanıyor. zararları beyin hücrelerinin ölmesi ve bu hücrelerin asla yenilenememesi. olayın delirium (halüsinasyonlar) ve şizofreniye kadar yolu var.
sonuç: acı çekerek ölüm.

HİNT KENEVİRİ: insanların binlerce yıldır yetiştirdiği, yediği ya da içtiği madde. almanya ve amerika'da ekimi uzun süredir yasak. kolay yetişen bu bitki izolasyon malzemesi olarak kullanılıyor. hint keneviri dopamin adı verilen ve kas hareketlerini denetleyn hormonu etkiliyor. içenlerin kimisi gülüp şakalaşıyor, kimisi huzursuzluk ve sıkıntı duyuyor. çok fazla ve sık kullananların hayata bakış açısı değişiyor, hırs kaybı, yaşama sevincinden uzaklaşma, insanlardan kaçma gibi etkileri oluyor. en kolay içimi tütünle birlikte sigara gibi olup kısa zamanda başınıza bela oluyor.
sonuç: acı çekerek ölüm.

ECSTASY: içinde bulunan madde %100 ketamin. 20. yüzyıla damgasını vurmuş olmasına rağmen, ecstasy'nin beyin üzerindeki zararları tam olarak bilinmemekte. ama ne şekilde alınırsa alınsın, beynin asal hormonları olan seratonin ve dopamin'in salgılandığı merkezlere tesir ederek, kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. adı geçen iki hormonun da görevleri arasında vücut ısısını ayrlama olduğundan, ecstasy kullanıcıları, vücut ısılarının artmasıyla ilgili problemler yaşıyorlar. diğer etkileri, geçici bir süre toplum içinde kendini iyi hissetme, harketlilik ve enerji. kullanıldıktan ve etkisi geçtikten sonra vücutta aşırı yorgunluk yapan ecstasy, eğer kullananda bilinmeyen bir hastalık varsa, ölüme kadar giden sonuçlara yol açabiliyor. depresyon, huzursuzluk, hayattan zevk almama gibi yan etkiler görülüyor. uzun süre kullanım neticesinde beyin seratonin hormonunu üretemez hale geliyor.
sonuç: acı çekerek ölüm.


EROİN: en büyük illet. az sayıda kullanımla bağımlısı olunan ve kurtulmanın çok zor olduğu bu madde sinir sistemine etki ediyor ve acıları yok ediyor. fakat bırakıldıktan sonra insanın en ufak bir acıya tahammülü kalmıyor. üstelik bağımlı kişi tedaviye kolay kolay cevap vermiyor. eroin öldürücü etkiye sahip ve pahalı.öldürücü doz kişiden kişiye değişiyor.
sonuç: acı çekerek ölüm.


SPEED: amfetamin sülfat ve kafein içeren oldukça etkili ve tehlikeli bir karışım. genelde amfetaminlerin tümüne bu ad veriliyor. etkileri beyin üzerinde. aşırı kullanımda kullanıcının kendine zarar vermesi doğal bir durum. maddeyi kullanan kişi yerinde duramıyor ve en ufak uyarımlara karşı sert tepkiler verebiliyor.
sonuç: acı çekerek ölüm.

KOKAİN: kalp hastalıklarına, iş dökülmelerine, huzursuzluklara neden olabiliyor. burna çekilerek alınıyor. kişinin kendini iyi ve aktif hissetmesini sağlıyor. 20 dakika kadar. vücutta adrenalin, asetilkolin ve seratonin hormonlarının düzeylerini aniden arttırıyor. alkolle birlikte alındığında (-ki ortam gereği bu doğal) vücuda daha zararlı hale geliyor. bir süre sonra parkinson hastalığına sebep oluyor.
sonuç: acı çekerek ölüm.


eğer bigün "aman nasıl olsa ölmeyecek miyim" diyen birisiyle karşılaşırsanız camdan atlamasını tavsiye edin. uçmanın gerçek anlamını anlayacağını söyleyin. acılarından kurtulmak istediğini söyleyenlerden de kocaman bir ısırık alın (lokmayı yutmayın, alışkanlık yapabilir) gerçek acıyı görsün. emin olun eğlenceli dakikalar geçireceksiniz.


Salı, Ağustos 01, 2006

blackbud takıntısı

Image Hosted by ImageShack.us

evet kabul ediyorum oldukça takıntılıyım. zaten bunları da bu yüzden buraya yazıyorum sanırım. belki çok iyiler belki de sadece jeff buckley'e özlem ama kesinlikle blackbud'a kafayı takmış durumdayım. resmi forumlarının moderatörü jebediah'tan msn yoluyla aldığım 3 konser ve 1 hearthbeat akustik performansını sizinle paylaşacak kadar da cömertim. buyurun;

  • StealAway-Live At Moles

  • Heartbeat-Live At Moles

  • Forever-Live At Moles

  • Heartbeat-Acoustic